Guy de Maupassant Eiffel kulesinden nefret eder. Öyle ki; şehrin göbeğinde bu çirkinliği görmemek için Paris'i terkettiği söylenir. Ancak Paris'e her gittiğinde Eiffell'in birinci katında oturarak kahve içmeye başlar. Kendisine bu kadar nefret ettiği halde neden sürekli burada zaman geçirdiği sorulur. O ise; "Burası Paris'te Eiffel kulesinin görünmediği tek yer" diye yanıtlar.
Bu ruhsal ağırlığın nereden geldiğini bilmiyordu. İçinde ufak, acı verici bir nokta taşıyordu; şu yeri bulunmayan, ama rahatsızlık veren, üzen, sinir eden, neredeyse hissedilmez berelerden biri, hafif ve meçhul bir ıstırap, keder tanesi gibi bir şey.
Hintli yaşlı bir usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştır. Bir gün çırağını tuz almaya gönderir. Her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyler. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yapar, fakat içer içmez ağzındakileri tükürmeye başlar.
“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama, öfkeyle “acı!” diye cevap verir.
Usta gülümseyerek çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır.
Sessizce biraz ilerde ki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp gölden su içmesini söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta aynı soruyu sorar:
“Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye cevap verir genç çırak.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye sorar yaşlı adam, hayır cevabını aldıktan sonra bunun üzerine yaşlı adam suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der;
“Yaşamdaki acılar tuz gibidir ne azdır ne de çok, acının miktarı hep aynıdır. Ancak, bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır…
Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı verenle ilgili hislerini genişletmektir.
Onun için, sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.