Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hani herkesin sevgilisiydi?
Yine başladım aynı sorulara… Hani örnek insandı? Hani hayatı boyunca kimseyi kırmamıştı? Hani vergi rekortmeni olmuştu yıllarca? Hani Türkiye'nin en önemli oyuncularındandı? Hani herkesin sevgilisiydi? Papağan gibi bunları tekrarlayıp duracak mıydım içimden? Her olaydan sonra… EVET! Çocuklara ne diyecektim? Paramızın peşine düşmüyor, okumadan attığı imzalar yüzünden dolandırılıyor, sahtecilikten hapse mahkûm oluyor… Hastanede, eşi adına derslikler yapıyor, hasta çocuklara moral olsun diye… Eşyalar elinde kalıyor, zabıt tutmadan aldığı için hırsız sayılıyor… Galeriye eşinin adı veriliyor diye minnettar oluyor, sabahlara kadar sergiler hazırlıyor, adı yazılı davetiyeler bastırıyor, gece yanları tanımadığı atölyelerde çamurdan kaş göz oyuyor, bu yapılanları sokaktan topluyoruz… Kocasının adına iftar sofraları düzenliyor, "insanları sıraya dizerek yemek yedirdiği" ve bundan zevk aldığı düşünülerek, psikopat sayılıyor… Şimdi de Zincirlikuyu'daki bütün mezar yerlerinin ada, parsel numaralarını ezbere bilmediği için mezar işgali ile suçlanıyor!
Sayfa 137 - Doğan KitapKitabı okudu
"Gence" diye bağırdı yaşlıca bir kadın, "Şehrin ahalisi Türk'tür oğul." Bu kez "Ana, su!" diye bağırdı genç zabit. Yaşlı kadın bakır ibrikten çinko, kırık bir tasa doldurduğu suyu pencereye doğru uzatmak istedi fakat boyu o kadar kısaydı ki mümkünü yoktu. Yanaklarından sağlık fışkıran genç bir kız durumu fark
Reklam
Gelen gazetelerde de İstanbul'da ve Edirne'de bazı evlerin basıldığı ve zabit, doktor, hoca, memur birtakım hür fikirli vatandaşların sürgüne gönderildiği uzun uzadıya yazılıyor ve Sultan Hamid hakkında ağır sözler sarf olunuyordu.
Sayfa 39 - Kronik KitapKitabı okuyor
1 temmuz 1920'de Cebeci'deki Abidin Paşa Köşkü ve etrafındaki barakalarla kaderi değişmeye başlıyor hem Ankara'nın hem de vatanın. Harp okulunun doğuşuna şahit oluyor şehir. O yıllardaki ismiyle, ''Sunuf-u Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı'' açılıyor. Kısaca Zabıtan Talimgahı deniyor o dönemde.
Muharebede yağan mermi yağmuru o yağmurdan ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ıslatır. Mustafa Kemal ATATÜRK
Sarı saçları ve mavi gözleri ve üzerindeki zabit kıyafetiyle dikkatleri hemen üzerine çekecek kadar yakışıklı bir adamdı Mustafa Kemal Bey. Keskin bir bakışı, kendinden emin duruşu ve temiz bir Türkçesi vardı.
Reklam
20.737 sicil numarasıyla ve galiba talimgahın 19. mürettep devresinden zabit namzedi olarak çıktı. Bu devrenin mezunlarını, he­men tamamıyla Suriye cephesine verdiler. Genç Adnan'ın yaşı 19'dur. Narin, ince yapılı, kolay hasta olabilen bir delikanlıdır.
Komite merkezinde tanzim olunan planın Ermenilere ve Kürtlere ait olan kısmı mevki-i tatbike kondu. Ermeniler katliam edildiler. Kürdistan'ın muhtelif yerlerinden, plan mucebince [gereğince], Kürtlerin tehcirine ve müteaddit kafilelerin [pek çok kafilenin] garptaki Türk vilayetlerine sevkine başlandı. Ermeni tehciri esnasında taktile [katliama] alışmış olan muhafız kuvvetler bu alışkanlığı bazen Kürtler üzerinde de tatbik ettiler. Fikir adeta umumileşmişti. O tarihte Nuri Paşa ordusuyla Bakü'de bulunuyordum. Ordu menzil karargah kumandanı idim. Karargah tabldotunda her gün 30-40 zabit bulunurdu. Türk Ocakları'nda terbiye almış olan birçok zabitlerden defaat ile [defalarca] aynen şu sözleri işittim: "Gelirken Zu'ları bitirdik, dönüşte nöbet Lo'larındır". Zu ile Ermenileri Lo ile de Kürtleri kastediyorlardı.
Burada bir vaka zikredeceğim: Umumi harp [Dünya Savaşı] başlamıştı, cepheye sevk olunmazdan evvel ihtiyat-ı zabit namzetleri talimgahının son devresinde muallim takım zabiti idim. Devre nihayetinde takımında bulunan efendilerin derece-i ehliyetlerine [yeterlilik derecelerine] nazaran rütbelerini gösterir listeyi tanzim ederek, bölük kumandanına vermiştim. Hararetli bir Türk Ocağı mensubu olan bölük kumandanı listeye bir göz gezdirdikten sonra hiddetle listeyi masanın üzerine attı ve bana "Bu nasıl liste! Arabı, Çorabı, Kürdü A sınıfına yazmışsın" dedi. A sınıfı aliyyülala [en yüksek] derecede zabit namzedi [adayı] demekti. Bugün millet meclisinizde aza olan bölük kumandanının nokta-i nazarınca [görüşüne göre] bir adamın künyesinde Halep, Şam veya Harput, Diyarbekir'in bulunması iyi numara almasına bile mani teşkil eylemeliydi.
Musta Kemal Atatürk’ün Sofya’daki Yılları
1914 yılı ilkbaharının bir günü, genç bir Osmanlı zabiti Sofya’nın şık kafelerinden birinde, Sobranye’deki Türk mebuslardan Zümrezade Şakir Bey’le birlikte oturuyordu. Mekan, müzik, servis mükemmeldi. Ansızın içeri giren bir köylü şık giyimli müşterilerin arasındaki boş bir masaya yöneldi, kendisine bir yer beğendi ve oturdu. Etraf bu kaba giyimli köylüye yadırgayarak baktı, garsonlar surat astılar ve köylü tarafından çağrıldıklarında oralı olmadılar. Köylü ısrar edince kendisine hizmet edilmeyeceği ve buranın böyle kaba saba kılıklı birine göre yer olmadığı, salonu terk etmesi gerektiği söylendi. Köylü kızmıştı, “ Bulgaristan benim ekip biçtiğimi yiyor, benim silahımla korunuyor. Parasını verdikten sonra istediğim yerde otururum ve bana hizmet edersiniz” dedi. Köylünün diretmesi sonucu isteği yerine getirildi. Genç zabit olayı dikkatle izlemişti. Arkadaşına şöyle dedi, “ Şakir, günün birinde bizim köylülerimizi de böyle görmek isterim, kendilerinden emin olmalı ve haklarını istemesini bilmelidirler.” Bu genç zabit Osmanlı İmparatorluğu’nun Safya’daki ataşemiliteri Kaymakam ( Yarbay ) Musta Kemal Bey’di.
Sayfa 93 - KronikKitabı okudu
Reklam
9 Kanunuevvel [22 Aralık 1912]
Müthiş bir gün. Sabahleyin baskına uğradık. Düşmana hücumdan başka çare kalmadı. Bir zabit şehit, bir zabit yaralı düştü. Altmıştan ziyade nefer yaralandı. Sonradan yirmisinin şehit olduğunu öğrendik. Düşmanın ateş ettiği tepeyi tutabildik. Üzerimizde uçan tayyaresine de ateş ettik.
Askerî Tıbbiye'nin en ağır cezası olarak 'tekerrüründe tard' cezasını aldım. Sonra bir selam meselesi yüzünden -ki bu da mürettep idi- jurnal edilerek ihraç olundum. Bu meseleleri Kürtler hazırlamışlardı. Ve beni jurnal eden zabit Bağdatlı, yani Arap idi... O zamanki Kürt talebelerden bazılarının Kürt Teâli Cemiyeti'yle alakaları vardı. Bunları idareye girip çıkarken görüyorduk. Fakat bunu idareye anlatmak imkânı yoktu. Bu kavgaları sade bir disiplin meselesi telakki ediyorlardı.
[tarihsiz] Kardeşim Hulusi Bey’in diploma numarası 6644. Sınıfta 199. olarak zabit oldu.
Hastalar arasında en çok dünyadan haber isteyen Nâzım’ın fırkasından, iki bacağı yaralı bir çavuştu. Yüzü, hakikaten, bir Türk çavuşunun manâsını taşırdı. Çok az konuşur bir adamdı. Sorduğunuz suallere cevap verecek kudreti yoktu. Sade, bir gün “limon” dedi. Bir limonata yapıp içirmeye çalışırken başı kolumun üzerine düştü. Yatırdım: — Siz Mustafa
Türk zabit ve neferlerinden gördüğüm hüsnü kabulden (iyi davranışlardan) dolayı hissiyat-ı minmetkâranemi (minnet duygu­larımı) burada dahi tekrarı en büyük vecibe addederim. İmza Otto Fenşe
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.