"Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra... Zekamız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor..."
Tuhaf bir kişiliğe sahipsiniz Bayan Milena.Sizi çözmek zor.Viyana'da oturuyorsunuz ve üstüne bazı sorunlarınız olmasına karşın yine de başkalarını etkileyecek zamanı yaratabiliyorsunuz.Örneğin beni düşünüyor,uyuyamadığım için üzüntü çekiyorsunuz.
Kör olmak ne iyi şeydir.
Körledir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
Ne kimseye kendi gözlerinden verirler
ne kimsenin gözlerinden alırlar.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
Ve şair olmak istiyorsun ve bir aşık olmak istiyorsun. Ne var ki zekanın o müthiş berraklığı aklının amansız dürüstlüğü... seni durduruyor.Gizem yaratma arzusuna kapılmıyorsun.Kendini pembe ya da sarı bulutların sisinin ardına gizlemiyorsun.
Her gün odamda oturuyor, kitap okumaya çalışıyordum. Bir tek harfini bile fark etmeden sayfaları çeviriyor, bazen, dikkat etmeye azmederek baştan başlıyor, fakat birkaç satır sonra gene zihnimin başka yerlerde dolaştığını görüyordum."
Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması anlamına geldiğine asla inanmadım. Özgürlük, daha ziyade, yapmak istemediğini yapmamaktır ve benim de devamlı peşinde koştuğum ve zaman zaman yakalayıp çağdaşlarımı çileden çıkardığım özgürlük budur. Zira bu devamlı çalışan ve oradan oraya koşuşturan hırslı insanlar, başkalarının özgür olmasından nefret ettikleri gibi kendileri için de özgürlük istemezler. Hatta arada bir istediklerini yapabildikleri ve başkaları üzerinde hakimiyet kurabildikleri sürece kendi özgürlüklerinden bile vazgeçebilirler. Bu insanlar, hayatları boyunca kendilerini istemedikleri şeyleri yapmaya zorlamış ve emir verebilmek uğruna her türlü esarete katlanmış insanlardır.
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?
Don’t leave me,” he whispers.
“Oh, for crying out loud—no! I am not going to go!” I shout and it’s cathartic. There, I’ve said it. I am not leaving.
“Really?” His eyes widen.
“What can I do to make you understand I will not run? What can I say?”
He gazes at me, revealing his fear and anguish again. He swallows. “There is one thing you can do.”
“What?” I snap.
“Marry me,” he whispers.”
Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!.. .
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik
ANLAYAMADILAR…”