Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Fakat benim kendi görüşlerim var ve kendi zevklerimi, hep birden aynı görüşü benimseyen insanların yargısına tabi kılamam.
Başkayı bir bilsem, bilsem ki başkası da var, bu olanlardan başka türlü olabilecek de var, sanki ben de başkalaşırım gibi geliyor. Her başka beni ilke taşıdı, her başkalık aynılığın bildik lezzetini yüzüme üfledi, hele kokusu, uzaktan gelen kokusu ile yine yine, yine o geliyor, benim hayatım geliyor dediğim hep o geldi. Hep hayatım geldi. Halbuki ben hep öbürü gelsin, gelsin artık istedim.
Reklam
Bilmem ki ne yapmalı? Yüreğim, seni nasıl avutmalı, bilmem ki... Bu üşür gibi titremeni yüreğim, nasıl dindirmeli? Ah benim sevinmeyi unutmuş yüreğim, bilmem ki seni nasıl sevindirmeli? Seni göğsümden çıkarıp güneşi mi göstermeli sana bilmem ki... Ah, ağlamalardan usanmış yüreğim ah... Bilmem ki nasıl güldürmeli seni? Uçan daireye mi bindirmeli, bilmem ki... Var git yüreğim, var git... Sen başkasına yürek ol, kurtul. Ben, sırtımda bu yükü taşıyıp duracağım hep.
Eğer kendimi tek cümleyle anlatmam istenseydi 'içimdeki kocaman sevgi boşluğu beni yiyor' diye anlatırdım. Ama benden hiç böyle şeyler istenmezdi. Benimle hep emir kipiyle konuşulurdu. Kendileri ne isterse o olurdu. Onları tatmin edecek istekler... Bana kendimle ilgili bir şey asla sorulmazdı. Ben yoktum. Sanırım bu yüzden sonraki hayatımda sevgi tanımım 'tanınmak' oldu. Birilerinin benim neyi sevdiğimi, neyden hoşlanmadığımı, neyi yediğimi, neyden nefret ettiğimi, ne istediğimi bilmesi. Birisinin beni en ince ayrıntılarıma kadar tanıması. Belki o kadar siliktim ki ben bile var olduğuma inanmıyordum. Belki bu şekilde kendi varlığımı ispat etmek istiyordum kendime. Ben buradayım, ben de varım demek istiyordum kendime.
Sayfa 9 - Armoni YayıncılıkKitabı okuyor
Atamın ağzından yel alsın askerliği bırakacağım diyor
''Güçlüklerden bıkıp usandığı da olmuştur, sanıyorum. Akşamları evine giderken kolordu karargâhı yolumun üstünde olduğu için arada bir attan iner, Mustafa Kemal'in yanına gider, lâf atardık. Bir defasında onu yapyalnız buldum. Nuri (Conker) ve İzzettin (Çalışlar) gitmişlerdi. Beni dostça karşıladı: 'Siz şöyle buyurunuz, benim bitirilmesi gereken bir işim var, sonra beraber çıkarız,' dedi. Çok sürmedi, birlikte çıktık. İki yolun kavşağındaki bir çeşmenin yanında birden durdu: 'Hakkı Bey ben askerlikten çekileceğim, bir yere mutasarrıf olup gideceğim,' dedi. Dona kaldım: 'Aklınızı mı kaybettiniz? Olacak iş mi bu? Ben şahsınızda büyük bir kumandan görmekteyim,' deyince, kaba bir küfür savurarak: 'Ben bu heriflerle anlaşamıyorum, onlarla yapamayacağım,' dedi. 'Biraz sabırlı olun. Onların ömürleri uzun değildir. Her şey düzelecek,' cevabını verdim. Beyazkale bahçesine girdik. İçerken hep aynı sözleri tekrarladım: 'Böyle bir şey yapmayacağınızı söyleyin de evime rahat gideyim,' dedim. Güldü.
Atatürk burada kolağası rütbesindeKitabı okuyor
Karanlık, uzun geçidin dibinde görünmez büyük çukurlar var, içleri batak. Yukarıdan görünmez urganlar sarkıtılmış üstümüze: yanımızda yöremizde hep bunlar. Kimimiz, karanlıkta görmeden, bilmeden, bu ilmiklere takılıp kalıyoruz, geberip gidiyoruz. Kimimiz, ayaklarımızın altındaki o görünmez, bilinmez karanlık çukurlara yuvarlanıp düşüyoruz; benim gibi.
Sayfa 226 - Can Yayınları 15. Baskı 1992Kitabı okudu
Reklam
Firavun
Mukaddesat adına her şey, yeryüzünü Allah adına idare etmek gibi büyük bir vazifeye muhatab olan insana emanet edilmiştir. Ne var ki dünyevîleşmenin iktidar cephesinde yer alan Firavun, kendini her şeyin sahibi görerek bu emanete ihanet etti; iktidarını, ilahi emaneti ifsad etme vasıtası olarak kullandı. Saltanata aldandı, "Mısır benim!" dedi. Allaha şükretme makamında O'na nankörlük yaptı, "Büyüklendi" ilahlık iddiasında bulundu. Firavun güçlendikçe azdı, azdıkça insanlara zulmetti. Siyasi ve askeri gücü ona kulluğu unutturdu. Allah'la mücadeleye kalkıştı. Acziyetinden bihaber, yerlerin ve göklerin Rabbine meydan okudu. Dev heykeller yaptı, böylece kendini hiç görmeyen halka şahsını, baş edilemez ve baş kaldırılamaz bir adam olarak tanıttı. Yaptığı piramitlerle iktidarının sınırsız olduğunu îmâ etti. Fakat ne piramit ne dev heykeller ölüm meleğine "dur" diye bildi. En güçlü olduğunu zannettiği, Hz. Musa'yı yakalayıp yeryüzünde bir tane muvahhid bırakmayacağını düşündüğü anda Peygamber asası, sihirbazlarının sihrini yuttu, denizi yardı ve Firavun'un iktidarını bitirdi. Allah'a meydan okuduğunu zanneden Firavun, kendisine takdir edilen eğlence müddeti bitince boğulup yok oldu. Dünyevileşme cephesinin Firavunlarının bidayetleri ne kadar canlı, saltanatları ne kadar şaşalı olsa da sonları hep hezimettir. İlahi takdir değişmeyecek, hezimet bu çağın Firavunlarının da kaderi olacaktır.
Sayfa 26
"Dünya dünya olalı, ben var oldum olalı, soğuk hissiz hareketsiz bir ölü, karanlık odada hep yanımdaydı benim."
Biliyor musun daha altı yedi yaşında filandım. Bir gün annem kızdı, "Niye hep kıçını başını kıvırıyorsun kancey, müzik mi var ki?" dedi bana. Ben de "Sen duymuyorsun diye müzik yok mu yani?" dedim. Dedi: "Nerede peki, göster bakalım müziği?" Dedim, "Benim içimde." Hem güldü hem de sırtıma bir yumruk vurdu, "Yeter!" dedi. Çardağın altındaki dört kadın birbirlerini dürte dürte saatlerce gülmüşlerdi. İşte o zaman içimden yükselen o şarkıyı saklamam gerektiğini anladım. Herkesten, bazen kendimden bile... Evet, kendimden bile..
Sayfa 54 - Doğan KitapKitabı okuyor
Ne Diyeceksin Bu Akşam, Zavallı, Yalnız Can
Ne diyeceksin bu akşam, zavallı, yalnız can, Ne diyeceksin, gönlüm, eskiden soldun diye, Tanrısal bakışıyla seni birden ışıtan O en sevgiliye, en güzele, en iyiye? Onur verici bir şey yok onu övmek kadar Bilemez buyurgan tatlılığını hiç kimse O tinsel teninde Meleklerin kokusu var, Ve gözü ışıktan bir giysi giydirir bize. İster geceleyin olsun ister yalnızlıkta, İster sokakta olsun ister kalabalıkta, Hayali hep havada dans eden bir meşale. Kimi kez der: “Ben güzelim, buyruğum şu hem: Benim sevgim uğruna bağlı kalın Güzel’e; Ben koruyucu Melek, Esin Perisi, Meryem!”
İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kurşun Kalem part 2
Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. "İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!" "Bu, tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgilidir evlat. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun. "Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. "İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar." "Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığınız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın. Aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden birisidir." "Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın." "Beşinci ve son özelliği ise: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın."
Okuyorum yayınları
Bir şeyin kendisi yokken acısı nasıl bu kadar keskin bir şekilde var olabilirdi?
Vefa Taşdelen
"Dün kitap vardı elimde, bugün de kitap var... Çünkü benim kitapların dışında, kitaplardan bağımsız bir hayatım olmadı. Bir şekilde hep kitaplara bağlandı hayatım. Bir şoförün geceler ve günler boyu siyah asfaltı ve kıvrım kıvrım yolları takip etmesi gibi, ben de cümlelerin uzun ince yolunu talkip ettim. Yolum nerelerden geçmedi, hangi duraklara uğramadı? Kitap hep oldu yanımda, kendimi bildim bileli, açken de, susuzken de, yolculuk yaparken de, bir işte çalışırken de. En çok onlar giderdi yalnızlığımı, en çok onlarla paylaştım acılarımı, en çok onlarda aradım kendimi, en çok onlarla zaman geçirdim, en çok onların yüzüne baktım, en çok onlarla konuştum, en çok onlarla kavga ettim, en çok onlar çizdi yolumu, en çok onlara sordum sorularımı. En çok onlarla hayal kurdum, en çok onlarla baktım geleceğe, en çok onlarla karnım acıktı, en çok onlarla geçirdim gecelerimi, en çok onlarla ulaştım gündüze, en çok onlarla ağladım. En çok onlarla parasız kaldım. En çok onlar dost odular bana, en çok onlarla baktım göğe. Parasız kalsam da, kitaplar için hep bir bütçem oldu, yersiz yurtsuz olsam da kitaplarımı koyacak hep bir yerim bulundu; hiçbir yer olmasa, başımın üstünde..."
Bil bakalım :)
“Var olduğu kesin. Ama ona dokunamayız. Tutamayız da onu. Sanki koku gibi bir şey. Ama durmadan ilerleyen bir şey. O halde geldiği bir yer olmalı! Belki de, rüzgâr gibi bir şeydir! Ama yok,hayır! Şimdi buldum! Belki, hep var olduğu için duyulmayan bir müzik gibidir. Sanırım, benim bunu çok derinden duyduğum oldu!”
Toprak kadar sessiz bir çocuktum. Dilsizliğim doğuştan. Boynumdaki leke gibi. Sesleri, kelimeleri duyuyorum, kelimele­ri büyük bir aşkla seviyorum, hiçbir zaman kullanamayacağımı bilmek iyice kutsallaştırıyor onları. Allaha yakarırken, dua eder­ken dudaklarımda kıpırdanan kelimelerden hiçbir farkı yok hiç­bir kelimenin. Benim için bütün
Sayfa 121
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.