Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Şimdi, harika bir şey buldum, gözlükleri atıyoruz, onun yerine, gözlük camını gözün içine sokuyoruz! Tabii özel suları falan da var, biraz bakım isteyen bir şey. Hatta mikrop kaparsa, kör bile olabilirsiniz, dikkat etmek lazım."
Sayfa 142Kitabı okudu
"Böyle bir geceyi bütün varlığımızla içemeyişimizin sebebi kafamızı birçok saçma şeylerin doldurmuş olmasıdır. On bin yirmi bin sene evvelki insanlar gibi olabilsek, tabiatı onların gözüyle görsek muhakkak ki şimdi burada böyle sükûnetle oturamazdık. Onlar güneşi, ayı, falanca büyük tepeyi veya filan bulutu ve yıldırımı babalarının hayrına mı
Reklam
Çevremde bu kadar saygıdeğer sesler duymayalı çok olmuştu. Saygıdeğer şahsiyetlerin karşılarındakini sindiren kendilerine özgü bir konuşma tarzları vardır, beni de düpedüz ürkütürler, özellikle de kadınları, oysa yalnızca biçimsiz, kendini beğenmiş cümlelerden ibarettir söyledikleri, gelgelelim eski mobilya parlatır gibi cilalanmış sözlerdir bunlar. Harcıâlem bile olsa yine de korku salar o cümleler. Daha karşılık vereyim derken, üzerlerine basarak kayıp düşmekten korkar insan. Eğlence olsun diye fukara şarkıları söyleyip süflileşmeye gayret ettiklerinde bile, gözünüzü korkutup sizi irkilten o saygıdeğer vurguyu asla terk edemezler, içinde sanki hep ufak bir kırbaç barındıran bir vurgu bu, uşaklara hitap ederken daima lazım olan cinsten. Tahrik edicidir bu, ancak insanı aynı zamanda karılarına uçkur çözmeye de teşvik eder, sırf sokulmuşken diplerine, biraz sürtüp görmek için nasıl kıvırdıklarını o pek havalanmış burunlarını, öyle derler ya hani...
Mustafa Kemal'in Suriye arkadaşları, o günlere ait renkli hatıralar nakletmişlerdir. Şam mahallelerinin sapa bir yerinde ve bir sürgün evinde üç kişi arasında «Vatan ve Hürriyet Cemiyeti»nin kurulduğu geceden sonra, Mustafa Kemal'in uykuları kaçmıştır. Geceleri uyuyamaz. Şam'ın zenginleriyle orta hallileri, kayısı ve üzüm kokan
"Biraz açık fikirli olmak lazım , yenilik iyidir.'
Sayfa 48 - Eksik parçaKitabı okudu
“Söyle; hangi ilim, hangi şiir, hangi aşk, hangi devlet bu manzaradan daha güzel, daha muhteşemdir? Buna rağmen burnumuzu kaldırmadan bozuk kaldırımlarda yürüyüp gitmekte devam ediyoruz. Dünyadaki insanların acaba kaç binde biri şu anda başını aya çevirmiştir? Halbuki o her şeyi, herkesi görüyor ve gafletimizin üstüne o tatlı, o iyi tebessümünü
Reklam
Agâh Sırrı Levend'in mükemmel yazısı
MEHMET EMİN YURDAKUL'UN KİŞİLİĞİ Agâh Sırrı Levend Bir toplumda beliren yeni düşünce akımlarını, değişen edebiyat ve sanat hareketlerini, kendilerini meydana getiren nedenleri incelemeden, yalnız görünüşlerine bakarak açıklamaya çalışmak çok yanıltıcı olur. Kişisel bir heves ürünü gibi görünen bir eserin bile, sonradan yeni bir devrin
'Yaşama Başlarken; Bir Su Damlacığının Hikâyesi' İlk yarışımız… Küçük bir su damlacığıyım ben. Kimsenin önemsemediği, haberdar dahi olmadığı. Oysa ne potansiyeller barındırıyorum içimde. Hele bir kazansam şu yarışı işte o zaman herkes görecek benim kim olduğumu. Sabırsızlanıyorum. Sanki on beş milyar yıldır bu anı
“Bir hastalık olduğunu düşünmeme rağmen yine de bir türlü kavrayamadım bu işi. "Zaman hiç yetmiyor!" "Zaman dört nala kalkmış bir kırat gibi koşuyor!" "Biraz daha zamanım olsa!" Böyle sızlanır durur beyaz adam. Hep söylüyorum, bunun bir hastalık olması lazım. Çünkü, diyelim ki beyaz adamın içinden bir şey yapmak geçiyor. Yürekten istiyor hem de. Belki güneşlenmek, belki de ırmakta kanoyla dolaşmak istiyor. Ya da canı sevdiği kızı çekiyor. Hemen her seferinde aynı düşünceye kapılıp, bastırır bu isteğini: "Keyfe zamanım yok!" Oysa zaman orada öylece durur. O ise en iyi niyetle bile görmez onu. Zaman alan binlerce şey sıralayıp yakına yakına işinin başına çöker. Oysa işi ne zevk ne de eğlence verir ona. Üstelik kendinden başka zorlayan da yoktur. Papalagi, birdenbire zamanı olduğunu, her şeye rağmen zamanı olduğunu ya da birinin ona zaman ayırdığını görse bile -Papalagiler birbirlerine ha bire zaman ayırırlar, hemen hiçbir şey bunu yapmak kadar yüceltilmez- yine de sevinç duymaz. Ya da çalışmaktan yorgun düşmüştür. Ve her seferinde bugünün işini yarına bırakır.”
Saygıdeğer şahsiyetlerin karşılarındakini sindiren kendilerine özgü bir konuşma tarzları vardır, beni de du pedüz ürkütürler, özellikle de kadınları, oysa yalnızca biçimsiz, kendini beğenmiş cümlelerden ibarettir söyledikleri, gelgelelim eski mobilya parlatır gibi cilalanmış sözlerdir bunlar. Harcialem bile olsa yine de korku salar o cümleler. Daha karşılık vereyim derken, üzerlerine basarak kayıp düşmekten korkar insan. Eğlence olsun diye fukara şarkıları söyleyip süflileşmeye gayret ettiklerinde bile, gözünüzü korkutup sizi irkilten o saygıdeğer vurguyu asla terk edemezler, içinde sanki hep ufak bir kırbaç barındıran bir vurgu bu, uşaklara hitap ederken daima lazım olan cinsten. Tahrik edicidir bu, ancak insanı aynı zamanda karılarına uçkur çözmeye de teşvik eder, sırf sokulmuşken diplerine, biraz sürtüp görmek için nasıl kıvırdıklarını o pek havalanmış burunlarını, öyle derler ya hani...
Sayfa 413Kitabı okudu
Reklam
Cemal Oğuz Öcal (1913-1971), İstanbul Erkek Öğretmen Okulunu bitirir (1935). Öğretmenlik yapar. Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümüne girer. 3 Mayıs 1944 Turancılık olaylarında Serdengeçti ile birlikte tutuklanır; okuldan kaydı silinir. Berat edince 1947'de öğretmenliğe döner. Heceyle milli, hamasi şiirler yazar. Serdengeçti ile önceden
I: Hastane Bayram haftası biter bitmez hastalandım ve askeri hastanemize gönderildim. Hastane, kaleden yarım verst ötede, öbür binalardan ayrı, uzun, tek katlı, sarı boyalı bir yapıydı. Yazları onarılırken dehşetli sarı boya harcanırdı. Hastanenin kocaman avlusunda eklenti binalarla lojmanlar ve diğer hastane pavyonları bulunuyordu. Merkez
Kayıktakilerin ikisi de susuyordu. Böyle bir gecenin ancak gençken ve ancak bir defa yaşanabileceğini ikisi de sezmiş gibiydiler. Bir müddet daha kararsızca çalkalandılar. Yavaş yavaş vapurlar seyrekleşmiş ve ay daha yükseklere çıkmıştı. Şehrin fabrikayı andıran uğultusu da azalıyordu. Ömer ara sıra kayığa istikamet vermek için küreklere
Sayfa 93 - YAPI KREDİ YAYINLARIKitabı okudu
Ben çocukların değil büyüklerin aşkına bile inanmıyorum senin anlattığın hikaye büyükle küçük arasında müşterek bir kabiliyetimizin üstüne dikkati celbediyor Muhayyile !Aşkı bir muhayyile oyunu diye kabul edebiliriz Muhayyile çocukta da en canlı kabiliyet.Bundan da anlaşılmıyor mu ki,aşka ,büyük idealleri karıştırmamalı Hatta bir çocuk bir
21 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.