Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?.. Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar
Duygular insanın içinde kendiliğinden varolmaz. Onları Yaratıcı yaratır.
"Kedi aç galiba, miyavlıyor, dedim ve besledim." "Hayır Kırmızı. "Kedi aç demek bir düşüncedir. Benim sor- duğum senin içinde oluşan şey..." "Hımm, kedinin acıklı sesini duyunca içim buruldu. Evet, acıma diyebilirim. Evet, evet acıma hissi ona karşı hissettiğim buydu. "Hadi şimdi bunu da käğıda
Sayfa 298Kitabı okudu
Reklam
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Rainer Maria Rilke - Beyaz Mutluluk Çevirmen: Kamuran Şipal, Cem Yayınları, s.89-91 Küçük bir kente bahar geldi mi, şenlik düzenlenir. Dar hücrelerinden fışkıran tomurcuklar gibi altın sarısı başçıklarıyla çocuklar kışı geçirdikleri bunaltıcı odalardan dışarı fırlar, dalga dalga kırların, bayırların yolunu tutarlar, sanki saçlarını ve
Mabel Matiz in ad hikayesi
Mabel o sıralarda en sevdiğim cikletin markasıydı, ama benim için özel olan cikletin ambalajındaki resimdi. Kahverengi bir dikdörtgenin üzerinde, açık hardal sarısı bir aynada beliren esrarengiz, biraz ürkütücü, güzel bir siyah kadın resmi vardı. Bu resmin tam altında, ince uzun bir dikdörtgen içinde iri kırmızı harflerle şöyle yazardı: MABEL Balonlu ciklet
Sayfa 21 - Everest yayınları 68 basım Ağustos 2019
Deli Kızın Türküsü - 1
"Sabahleyin Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde Eliniz beyazken uzatın isterim Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem Uzanmışım gölgeliğe bir başıma Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan İçten içe ürküyorum ama Böyle de iyiyim Siz dayanılmaz bir "Günaydın"sınız Sabah sabah insanı ayağına getiren Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren Siz çocuk ağızlı bir "Günaydın"sınız Çocuk ağzınızla biraz daha durun Gittiğinizde güz gelmiş olacak Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin Sizde tutunacak yaslanacak kollar Biraz daha durun biraz daha Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin"
Reklam
Işığı kapayınca ağaçlar üzerinde mor-mavi bir Berlin gökyüzü görüyorum. Yüksek ağaçlarla biraz uzakta birleşen bir gökyüzü. Bu uzantıda üç kırmızı ışıktan en üstteki yanıp sönüyor. Sonra evin tüm camlarına bakıyorum. Hallensee Köprüsü ve çevresi apaydınlık. Bu duvarlar arasında dünyaya karşı ne denli korunmuşluğumu algılıyorum. Bazı günler bana çok kısa gelen yaşam, zaman zaman çok uzun. Bütün yaşamlarını birkaç yıl içinde bütünleyen bir canlı da olabilirdik, diyorum. Artık nerede olsam, kentlerimle, kentlilerimle ve Anadolu'nun boş bozkırlarıyla birlikteyim.
‒İngilizler aflarını talep edenlere versinler Mösyö, affı zalimler değil, mazlumlar verir. Çanakkale’de dövüşürken ne asi, ne esirdik. Namuslu bir millet gibi dövüştük, öldük, öldürdük. Ne zamandan beri ve hangi milletle harp edilir de mağlûp olduğu zaman ona katil denilir? ‒İngiliz kanıyla Türk kanı bir mi, Madam? ‒Mikroskop altında İngiliz
bir çırpıda dört yaş büyüdüm, kolay değil. bir gün ben de mutlaka herkes gibi konuşacağım, dilin amacı budur zaten. kendimi iyi hissetmiyordum, her yerim ağrıyordu. madam rosa’nın karşısına mösyö hitler’in portresini koydum ama hiçbir etkisi olmadı. madam rosa’nın daha yıllarca böyle yaşayabileceğini düşünüyordum, böyle bie kötülük etmek
Sayfa 193Kitabı okudu
Yukarıya, odaya çıkıp parkamı giydim, battaniyeyi yatağa örttüm, sağını solunu düzelttim, aklımdan iyi şeyler geçirdim, küçükken yazın Kur'an öğrenmek için gittiğim kurs Cedit Camii'nin arkasındaydı, bir avludan, duvara dayalı bir örnek tabutların arasından geçilip gidiliyordu, kavak ve çam kokuyordu avlu, bazen itti-bitti oynuyorduk, tabutların arkasına saklanıyorduk Düriye'yle, Düriye'nin basma entarisi vardı, kırmızı, sabun kokan, işte o kursta "şol cennetin ırmakları"nı söylüyorduk, hocaya cennette de gökyüzü var mı diye sormuştum, bana biraz uzunca bakıp, var demişti, ben de öbür dünyayı hep bir kalenin dibinde, ortasından dere akan yeşil, ağaçlıklı, mavi gökyüzünün altında çadır filan kurulabilen serin bir yer olarak, Hasankale'de çermiklerin bulunduğu düzlük gibi düşünmüştüm, ölümden hiç korkmamıştım. Taner, or'da mısın? diye sordum Taner'e. Yanıt yerine içimi çektim. Taner'i haber verdiklerinde, birden ölümden korkmam gerektiğini anlamıştım. Kiminin sağ yumruğunun, kiminin sol yumruğunun havada olduğu anma toplantısında biraz katılaşmış, sağırlaşmış bir biçimde arkalarda durmuştum, kargaların söğütlere, akasyalara konup kalkışını izlemiştim, Köroğlu'nu çaya tepen Mustafa Bey'i dinleyip, çalıp söyleyip, yorum yaptığımız o son geceyi düşünmüştüm. Çaya tepme olayını gözümüzde canlandırmış, gülmüştük. Birkaç gün sonra, kendi adlandırmasıyla "kırsala geçecekti." Ertesi sabah yurttan taşınmıştı, sarılmıştık birbirimize son kez. Kiziroğlu Mustafa Bey'lere karıştı, kayboldu, kırların koynunda kaldı Taner.
Sayfa 26 - Kapalı HavaKitabı okudu
Reklam
Hayal Gücü
"Oysa mavi renk tamamen farklı psikolojik yararlar sağlıyordu. Mavi grubundaki insanlar kısa süreli bellek testlerinde daha kötü sonuç alırken, biraz hayal gücü gerektiren işlerde ( bir tuğlayı yaratıcı bir tarzda kullanmak ya da basit geometrik şekillerden çocuklara oyuncak yapmak gibi) çok daha başarılı oluyorlardı. Aslinda maviye boyalı ortamda bulunan denekler kırmızı odadakilerden iki kat daha fazla yaratıcı üretimde bulunmuşlardı. "
Sayfa 69 - Boğaziçi Üniversitesi YayineviKitabı okudu
Şehadet
Dakikalar geçiyor, Furkan yerde kıvranıyordu. Daha sonra helikopterden açılan ateşle bende vu- ruldum... Sol yanağımdan giren mermi, sağ yana- ğımdan çıktı, dişlerimi parçaladı... Yedi dişim artık yoktu... Vurulmuştum ama şuurum yerindeydi... Helikopterin yaylım ateşi devam ediyordu... Akabinde askerler aşağı indiler... Yüzümü çevir- diler, ellerimi kelepçelediler, kenara bıraktılar... Başımda bir asker bekledi, ayağını sırtıma koydu. İşte o zaman Furkan'ın sesini duydum, yine su istiyordu. Susamıştı... Yaralıydı... Zor nefes alıyordu. İsrail askeri silahıyla sertçe Furkan'a vurdu, hakaret etti, sövdü, durdu... Asker Furkan'ı tekmeleyerek küfrediyordu... Furkan şehadet parmağını kaldırmış, işaret ediyordu... Artık susuzluktan Furkan'ın dudakları kuru- muştu... Ona yardım edecek kimse yoktu... Son bir kez bu defa İngilizce "water/su" dedi... İsrail askerlerinin yaptıklarının onuruna do- kunduğu belliydi. Tekmeleyerek benden uzaklaştı- rıyorlardı. Benim Furkan'dan duyabildiğim son söz ise şu olmuştu; Allah'ım! Beni Rabbim! Şehadetimi kabul et! şehitlerden eyle! Biraz daha uzaklaştırdıktan sonra Furkan'ın bedenine sıkılan son kurşun seslerini duydum, artık Furkan'ı duymaz ve göremez olmuştum.... Bedenindeki beş kurşunla sonsuzluğa koş- muştu...
Feci' dakikalarda insanın nazarı dâimâ daha feci' manzaraları araştırıyor; gözler, altında bir eczahâne bulunan belediye dairesine dikildi. Binanın tam cephedeki balkonuna uzun bir bez asılmıştı, sallanıyordu. Hayatta belki herkes renklerin belâgat ve fecâat manâlafi taşıdığına dâir bir kanâat hâsıl eder. Fakat orada sallanan bez parçasının beyaz bulunduğuna ve bunun şehirleri düşmana teslim edenlere has bir alâmet olduğuna dikkat eden her hisli insan için beyninden vurulmak çok tabîi idi. Tarihin fecâat dolu vak'alarıyla karşılaşanlar, o an için işin azametini duyup idrâk edemezdirler. Fakat Şam'ın Türk bayrağının idâresi altından çıktığını kızarmayan bir yüzle ilân eden bu bez parçasının karşısında ben beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ric'at yollarından bu beldeye gelinceye kadar kulaktan kulağa dolaşan şâyi'alarda askerin Şam'da toplanacağı ve orada müdâfaa yapılacağı söylendiği hâlde şimdi Şam'a vardığımız ilk gecede beyaz ve zelil bir teslim bayrağıyla karşılaşıyorduk. Bunu yerlilerin çektiğinden şüphe etmedim. Zira biraz daha ileri gidince muazzam vilâyet binasının üzerinde de dört renkli - kırmızı, yeşil, siyah, mavi - bir bayrak, yeni doğmuş bir Arap hükûmetinin aldatıcı alâmet-i istiklâli asılmış olduğunu görmüştüm. Asırlardan beri cihânın her bir ufkunda, zaferlerin, galibiyetin en asil bir remzi olarak tanınmış olan Türk bayrağının bir zamanlar sallandığı bir balkon üzerinde başka bir bandıra ne kadar yakışıksız duruyordu. Şehir henüz başka bir kuvvetin işgali altına girmemişti. Fakat şurası şüphesiz ki bizden de çıkmıştı.
Sayfa 27 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
293 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.