"Ben böyle seviyorum işte:
Zarafetini gaddarlığını, inceliğini kabalığını,
olduğunun şairi, olmadığın erkeği seviyorum.
Bir zamanlar çocuk olduğun
ve bir gün ceset olacağın için seviyorum.
Hem gövdeni, hem aklını seviyorum.
Yalnızca boynunun düzgün çizgilerini değil, koltuk altının terini de seviyorum.
Kanımı tutuşturan gücünü de,
çocuk gibi elinden tutma isteği uyandıran güçsüzlüğünü de seviyorum."
“Hepimizin bastığı yerde bir ceset var. Hepimizin altında bir ölü var. İnsanlık gömdüğü yakınlarının üzerinde yürüyor. İnsanlık ölümün üstünde duruyor.”
-Dinin kadın vücudunda mahrem nokta olarak görünmesini yasakladığı yerler, kadında bütün mânanın sınır çizgilerinden başlar. Erkeğin hayali bu çizgilerin ötesindedir ve onlar muhafazalı olduğu nispette çekicidir.
-Siz, bütün ilericiler, kadını, kurtarmak ve nadide bir yemiş gibi soyup ortaya koymak isterken onu, en aziz mâna ve tesiriyle öldürüyorsunuz! Kadını, yok ettiğini sandığınız dine karşı onu kaatil elinden kurtarırcasına kapıp, kasap çengellerinde kuyruğu fiyonklu bir ceset hâline getiren, yani gerçekten yok eden sizsiniz!
Canlı cenaze gibi dolaşmaktan vazgeç. Korku, derin katmanlı, şiddetli bir duygudur. Sinsidir ve hepimizin içinde bize işkence eden kendi şeytanımız yaşar...
agorafobi: Geniş alan ve açık yerde bulunma korkusu
ailurofobi: Kedi korkusu
akarafobi: Parazit, karınca, kurt ya da iğne gibi küçük nesne
korkusu
aklofobi: Karanlık korkusu
akrofobi: Yükseklik korkusu
antropofobi: İnsanlar korkusu
arakibutirofobi: Yer fıstığı ezmesini yerken damağa
yapışması korkusu
araknafobi: Örümcek korkusu
aviofobi:
Devlet öyle bir binadır ki çöktüğü zaman altında sadece halk kalır. Yıkıntılarının arasından çıkan tek ceset, halka ait olandır. Devleti yönetenlerse hayatta kalmak için pazarlık yapar. Buna, can pazarlığı denir. Mide bulandıran bir alışveriştir. Tanık olanı iğrendirir.
Sanki bütün insanlık kocaman yapılara doluşmuş, katlar arasında ine çıka, odalar arasında gide gele uzun, süresiz bir can çekişmeyi andıran sıkıcı yaşamını sürdürüyor, yaşadığını sanıyor, ceset oluşuna aldırmıyordu.
Sevgili Peygamberimiz, "Hayâ imandandır” buyurmuştur. Diğer bir hadisinde, "Hayâ ile iman birbirinden ayrılmaz ikilidirler. Kişiden, iman giderse hayâ, hayâ giderse iman kalkar" buyurmuştur. Yani hayâsız iman, imansız da hayâ olmaz. Kişinin imanının gitmesi veya hayâsının kalkması kalple alâkalıdır. Kalp her şeyin merkezidir. Kalbin ölmesi demek onun mânen kararmasıdır. Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde, "İnsan cesedinde bir organ vardır ki, o sağlam olursa bütün ceset sağlam olur. O fasid olursa bütün ceset fasid olur. Dikkat edin o kalptir" buyurmuşlardır. Yani, kul Yüce Yaratıcı'nın kendisiyle beraber olduğu idrakine varır ve günah işlemez, O'nun huzurunda hayâsızlık yapmaz ise kalbi ölü değildir. Eğer orası pis ve hatta ölü ise yani harap vaziyette ise Cenab-ı Hakk'ın o kişiye nazarı yoktur. Allah'ın nazarı üzerinden kalkan bir kimse ise her türlü hayâsızlığı yapar. Hem kendini hem de diğer insanları saptırır. Tasavvufculara göre, işlenilen günahlar sebebiyle bembeyaz olan kalp, her bir günah ile siyah noktalar halinde çoğalarak kararır ve neticede simsiyah olur. İşte bu kalbin ölümüdür. Yapılan ibadetler ve tevbe-i istiğfarlar ise bu kirleri temizler ve o kalbe hayat verir. Tabii ki Allah'tan korkan, kuldan utanan kimse günah işlemeyeceği için kalbi hep diri olur.
Bir intihar olayı okuyunca, insana buz gibi ter döktüren şey, pencerenin demirlerinde asılı duran narin ceset değil, intihardan hemen önce o kalpte olup biten şeydir.