Öte yandan zavallı Pseldonimov'un zifaf yatağında General İvan İlyiç Pralinskiy'in geçirdiği eziyetli gece neyle kıyaslanabilirdi acaba? Baş ağrısı, kusma ve başka nahoş nöbetler bir an yakasını bırakmıyordu. Dehşetli sancı içinde kıvranıyordu. Arada bir aklı başına gelir gibi oluyor, bilincinde öyle korkunç, öyle karanlık, iğrenç sahneler aydınlanıyordu ki, İvan İlyiç hiç kendine gelmemeyi tercih ediyordu. Gene de bütün bunlar kafasında hâlâ karmakarışık bir haldeydi. Örneğin Pseldonimov'un annesini tanıyor, "Sabret yavrum, sabret iki gözüm, yakında kendine gelirsin," gibi saf öğütlerini duyuyor ama bu kadının yanında bulunmasına bir türlü akla yakın bir açıklama bulamıyordu. Çirkin hayaletler görüyordu. Semyon İvanoviç, hep gözünün önündeydi. Ama dikkatle bakınca bunun Semyon İvanoviç değil, Pseldonimov' un burnu olduğunu fark ediyordu. Önünden belli belir- siz, sanatçı, subay, yanağı sarılı kocakarı geçiyordu. En çok bir altın halkayla ilgileniyordu. Halka tam başının üstünde, tavana asılmıştı. İçinden perdeler geçiyordu. İvan İlyiç bunu, odayı aydınlatan mum parçasının donuk ışığında gayet açık olarak görüyordu. Zihni bu halkanın ne işe yaradığı, niçin burada bulunduğu, ne anlama gelebileceğiyle meşguldü. Birkaç defa ihtiyar kadına sorduysa da, galiba söyledikleri, söylemek istediğinden bambaşkaydı ve kadın, İvan İlyiç'in meramını anlayabilmek için sarf ettiği bütün gayrete rağmen bunu başaramamıştı. Sonunda sabaha karşı, hastalık nöbetleri kesilince gözlerini kapadı. Rüyasız, ağır bir uykuya daldı. Bir saat kadar uyudu. Uyandığı zaman tam olarak kendine gelmişti.