Filiz insancıl değildi. İnsanları sevmiyordu. İnsanın insan oluşu çekinmek için yetiyordu ona. İnsanlar onun hakkını yiyorlar, onu hiçe sayıyorlar, küçük düşürüyorlardı. Dolmuşta yanına oturduğu adam, iki kişilik yerin üçte ikisine yayılıyor, Filiz’e ancak ilişecek kadar bir yer bırakı yordu. «Oturmasını bilmiyor da ondan.» diyordu Bedri. Dükkâncı, sanki bağışlıyormuş gibi mal satıyor, tepesine atarcasına veriyordu paranın üstünü.
— Köşedeki bakkaldan bir kibrit al da gör! Bak bakalım nasıl verir sana kibriti!
«Yontulmamış da ondan!» diyordu Bedri.
Filiz’in insanlardan çekinmesi giderek bir korkuya dönüşüyordu. Sokaktaki adamdan, vapurdaki biletçiden, balıkçıda yanı sıra midye alan dar pantolonlu, boyalı saçlı kadından, sandviç yiyen Amerikan taklidi oğlandan, uzun saçlı berberden, öğle üstü sağa sola sataşarak okula giden bacak kadar öğrenciden korkuyordu.