Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Happyceline

Kadına Şiddet
12.000 sene kadar önce kararlaştırıldığı anlaşılan manyakça bir yol ayrımından bahsedelim şimdi. İnsan topluluğu bir şekilde eril prensibe geçmiş ve ana akım maalesef erkeğin kas gücü, erkeğin hakimiyeti, erkeğin yönetimdeki belirleyiciliği üzerine inşa edilmiş bir çizgiden gitmiş. Bu çizginin bedeli bugün hepimiz için çok açık ve onu ödemeye hep beraber devam ediyoruz, edeceğiz. Aklımızı başımıza toplayıp kadın ve erkek dediğimiz iki cinsin birbirini tamamlamak üzere evrilmiş olduğunu anlayamadığımız takdirde, Bu talihsiz tablonun düzelmeyeceği de malumunuz.
Sayfa 43
Reklam
Hayatın, sosyal statünün ve kişisel gelişimin hangi noktasında olursan ol, içmeyen, dövmeyen, "karıya-kıza", kumara gitmeyen, evine ekmek getiren bir de ara sıra çiçek alan bir adamın da sana cehennem azabı yaşatabileceği düşüncesi pek mantıklı görünmez.
Dünyaya temas ettiğin andan itibaren önce bir "kız çocuğu" sonra "bir kadın" genellikle de birinin uzantısı - kızı, kız kardeşi, sevgilisi, eşi - olarak ne yapman ya da ne yapmaman gerektiği konuşulur. Kimisi zorunlu kimisi tercihli bu aidiyetlerden biraz olsun sıyrılarak kendini tanımlamaya başladığın noktada bile neyi nasıl yapacağını söyleyen insan sayısında azalma olmaz. Kilona, boyuna, yaşına, eğitimine, kökenlerine göre ne giyebileceğinden, ne iş yapabileceğine hatta kahkahanın tonuna kadar her şeyine elbette herkesin kendi durduğu yere göre değişen akıl vermeleri asla bitmez.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hayat müşterek değil mi Müge? İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, neşede ve kederde hep birlikte olacaksınız. Müşterek tabii ama ev işleri yine hep sende olacak, televizyon başında ahkam kesmek erkekte. Bu adam senden önce de yaşıyordu elbette. Ormanda maymunların elinden kurtarıp medeni hayata sen kazandırmış değilsin. Evindeki çamaşır makinesini kullanıp, iki çorabını birleyip, kendini insan içine çıkarabilecek şekilde hazır edebiliyordu. Sen hayatına girince ne oldu da beyninin ev aletleri kullanma ve aldığını aldığı yere koyma fonksiyonları bozuldu.
Ortadoğu'da yaşamanın en zor yanlarından biri insanların özel alan mefhumunun olmamasıdır. Kırk kat yabancı bile size fütursuzca her konuda soru sorup beğenmediği bir cevap aldığında da tavsiyelerde bulunabilir. Her şeyin en iyisini bilme kurumunun en tepesinde ise erkek anneleri oturur.
Reklam
Önsöz'den alıntı
Kanunlar gibi etik değerler de sürekli olarak gözden geçirilmelidir; dikkatli ve tarafsız hiçbir gözlemci buna karşı çıkmaz. Doğru ve yanlışa dair ilkelerin değişmez ve ebedi olduğu görüşü eskidir ve artık geçerli değildir. Tıpkı fiziki dünya gibi ahlaki dünyada, sonu gelmez değişim ve sürekli akış kanunlarından muaf değildir. Yalnızca farklı
Can klasik
Yoksul olmak, çirkin olmak ve üstelik zeki olmak, bizim toplumlarımızda insanı kasvetli ve hayal bile kurmayacağı kulvarlara mahkum eder, ki bunlara erkenden alışmakta yarar vardır. Güzellik oldu mu her şey bağışlanır, kabalık bile. Zeka ise sanki koşulların uygun bir telafisi değil gibidir, doğanın en yoksul çocuklarına sunduğu bir dengeleyici olarak görülmez, daha ziyade gereksiz bir oyuncaktır, mücevherin değerini yükseltir. Çirkinlik ise zaten daima suçludur ve ben bu trajik yazgıya, hiç aptal olmadığım için daha fazla acı çekerek mahkumdum.
Sayfa 37 - Kırmızı Kedi
İnsanlar üzerinde otopsi yapmıyorum. Bedenler üzerinde otopsi yapıyorum. Bir insan canlı, yaşam dolu, farklı bir şey. Bedenlerse onlardan geriye kalanlar.
Yaşadığımız dünyanın kendisi de mantıklı değildir. Her konuda netlik için yanar tutuşur ama çoğu zaman belirsiz olana sarılırız: komplo teorileri, doğaüstü açıklamalar ve mitoloji bu belirsizliklerdendir.
(...) Ölüm şekli ise bir insanın ölebileceği 4 Ana yoldan biridir - doğal nedenler, kaza, intihar veya cinayet; bunları bir de çok can sıkıcı olan beşinciyi eklemek gerek: belirsiz. Tespitlerimiz, ölenlerden çok yaşayanları etkiler. Ölüler umursamayı bırakmıştır ama yaşayanlar hapse girebilir. (...)
Reklam
İnsan kalbinin içinde ne olduğunu bilmiyorum. Kendi adıma yeterince kalp gördüm aslında; hatta elimde bile tuttum. Kimi genç ve güçlüydü, kimiyse eskimiş, yıpranmış, tıkanmış... Çoğunun, üzerine mermi veya bıçakla açılan küçük deliklerden koca bir hayat akıp gitmişti. Bazılarının durmasınaysa zehir veya korku sebep olmuştu. Birkaç tanesi patlayarak binlerce küçük parçaya ayrılmış veya korkunç bir travmayla lime lime edilmişti. Neticede hepsi ölmüştü. Yine de bu kaplerin içinde ne olduğunu hiçbir zaman gerçekten bilemedim, hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ben onları görene kadar içlerinde barındırmış olabileceklerini hayaller, umutlar, korkular, hayaletler veya tanrılar, utanç, pişmanlıklar, öfke ve sevgi çoktan tükenmiş oluyor. Yaşam, yani ruh, çoktan akıp gitmiş oluyor. Geriye ise yalnızca kanıtlar kalıyor. İşte ben genellikle burada devreye giriyorum.
-Zehir.. Ne verebilirim size? Temas zehrini mi tercih ederdiniz _dokunuyorsunuz ve ölüyorsunuz_ içinize çekmek mi isterdiniz yoksa yutmak mı? -Uf.. diye bir ses çıkarıyor kadın, böyle bir soru beklemediği her halinden bellidir. En iyisi hangisi? - Temas, hızlı olur!.. diyor Lucrece.
Sayfa 24 - sel yayıncılık
Zayıflamanın sırrı karnı içeri çekmektir. Zenginliğin sırrı, son 100'lüğü bahşiş olarak vermektir. Gençliğin sırrı ise yaşın hakkında yalan söylemektir.
Sayfa 46
Gözlemlediğimiz kendi içinde doğa değil, sorgulama yontemimize maruz kalmış doğadır. Werner Heisenberg
1 dakika önce kendisine bir düzine el fotoğrafı gösterilse kendisininkini ayırt edemezdi. Bunun sebebini merak etti. Belki de değişimler çok yavaş gerçekleştiğinde, ciddi bir boyuta gelene kadar beyin tarafından algılanmıyorlardı. Belki de daha fazlasıydı..
Sayfa 380
Hayatımızdaki en büyük acı, kabul etmediğimiz hatalarımızdan gelendir; bizim asıl kimliğimizle uyuşmayan hatalardır. Bize öyle zıtlardır ki, onlara bakmaya katlanamayız.
Sayfa 120 - koridor
Reklam
Evrimsel açıdan, insanın hastalıklara karşı yürüttüğü küresel savaş, daha çok sonu olmayan bir savaşta düşmanını mevzisinde tutma operasyonuna benziyor.
Sayfa 35 - Metis Bilim
”Kime,ne şekilde kötülük edebileceğimi gayet iyi bilirim ancak ellerimi kirletmek istemem.” ”Ben kimseye bulaşmıyorum.Kimse de bana bulaşmasın.”
Sağlık dediğin Türkiye gibi bir şey, doğuya giden gemide batıya doğru koşmak.
Sayfa 160
İnsan ne bayağı bir yaratıktı. Sevmek Ne kadar çok çaba gerektirmekteydi ve buna karşılık nefret için neredeyse hiçbir şeye ihtiyaç yoktu.
Sayfa 52
Eh, neticede olgunluk dediğin, hayatı daha fazla acıyla kabullenebilme yetisi değil midir?
Sayfa 14 - Alfa edebiyat
Bana göre, sabah erkenden kahvaltısını edip şehre gidip treni yakalayan, ticaret âleminin tozlu, kasvetli atmosferinde kalan, akşam evine dönüp yemeğini yedikten sonra uykuya dalan işadamının hayatı bir kadırga kölesininkinden beterdir - zincirleri demir değil altındır o kadar.
Can
Reklam
İskenderiye kütüphanesi hakkında bir bölüm, o zamanlar kütüphane yeniden inşaa edilmiş; "O zamanlarda kütüphaneye tekrar yenilenmişti; eskisi kadar değilse bile yine bir ilim merkeziydi ve hâlâ yüz binlerce cilt kitaba ev sahipliği ediyordu. Fakat anlaşılan bu kitaplar şehri ele geçirenlerin işine yaramıyordu. Kütüphanenin kaderi sorulduğunda Halife Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet olunur: 'Eğer kitapların içindekiler Allah'ın kitabı ile uyuşuyorsa onlarsız da yaparız çünkü Allah'ın kitabı bize yeter de artar bile. Ama Allah'ın kitabına aykırı bir şeyler varsa kitapları korumanın lüzumu yoktur. Öyleyse hepsini ortadan kaldırın.'
Sayfa 27 - Domingo
İnsanlarda, aileyi tanımamak aslında biraz karmaşık bir iştir. Zira çok kuvvetli kültürel bir boyut işe karışır ve herkes ailenin ne olduğu konusunda hemfikir değildir. Kimileri ailenin tamamen klasik bir biçimini alır (bir erkek, bir kadın, çocuklar), kimileri ise farklı olasılıkları kabul eder ( tek ebeveynli aile, karma aile, ebeveynlerin eşcinsel olduğu aile) ve bu da sonu gelmez ve bazen düşmanlığa varan tartışmalara yol açar. Yalnızca çok klasik aile modelini müsaade edenler, fikirlerini gerekçelendirmek için genelde "doğa" ya da "biyoloji"ye başvururlar ama doğanın bu mesele için fazla esnek olduğunu unuturlar. Ailenin doğa yoluyla tanımlanması şöyle bir şey olabilir: gençleri etkin yetiştirmeye imkan tanıyacak şekilde bireylerin birleşmesi.
Sayfa 35 - Domingo
Bizi durmadan, hiç gevşemeden başarı göstermeye iten bir toplumda, hayatımızın kırılgan dönemlerinde "şarj olmak," gücümüzü toplamak için kendimizi "gölgede bırakmayı," gerek zamanı ayırmayı artık bilmiyoruz. Bir yas sürecindeyken, "Hayat devam ediyor," sözünü defalarca duymuşuzdur. Bir aşk acısından sonra , "Biri gider biri gelir," dendiğini, yoldaşımız olan bir hayvanı kaybetmemizin ardından, "Sonuçta sadece bir hayvandı," lafını peki? Sanki geri çekilmeye, acı çekmeye tam hakkımız yokmuş gibi. Ama hayır, yaş tuttuktan sonra hayat aynı şekilde devam etmez. Hayır yitip giden aşk geri gelmez. Yaşam başka mutluluklar, başka karşılaşmalar getirir elbette ama kaybın derinliğini kabul etmemekte neyin nesi? Artık kimse bize vakit tanımıyor, acının iyileşmesi için gereken uzun zamanı bahşetmiyor.
Sayfa 8
Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünyanın kendisini hiç görebilir mi?
Sayfa 21 - iletişim yayınevi
Elini tuttum; sıcacıktı, saçları dörtnala koşan asi bir atın yelesi gibi rüzgârda asil bir şekilde çılgınca savruluyordu, tel tel. Çınar ağaçlarının hışırdayan yaprakları, bir insanın besteleyemeyeceği türden harikulade bir eser gibi yankılanıyordu kulaklarımızda. Güneş onun gözlerinden aldığı ışığı yansıtıyordu sanki dünyaya, mevsim yazdı. Usta
'Çağırmak ille de gel demek değil ya. Sen üzgün göründüğünde ben zaten kendimi çağırılmış sayıyorum. Arkadaşlık bu değil mi? Beni sen çağırdın. Çünkü üzgün görünüyordun. O zaman benim yanım, senin yanın.'
Sayfa 345 - Hep Kitap
Reklam
'Her akşam batışına' diye tekrar edip, elimdeki bardaktan kallavi bir yudum çektim. Anason buruk bir tat bıraktı damağımda. Ev gibi tanıdık, ev gibi huzurlu, ev gibi yabancı, ev gibi korkunç, ev gibi imkansız bir tat.
Sayfa 240 - Hep Kitap
“ Tüm mantıksal ve semantik paradoksların anası, yaratıcısı yirminci yüzyıl İngiliz filozofu Bertrand Russell'ın adıyla anılan Russell Paradoksu'dur. Söz konusu paradoks şunu der: "Kendi kendinin elemanı olmayan kümelerin kümesi kendi kendisinin elemanı mıdır?" Matematikten çakmıyorsanız "Ben almayayım!" diyeceğiniz bir paradokstur bu. Ama sakin olun: iki yirminci yüzyıl mantıkçısı, Grelling ve Nelson, Russell Paradoksu'nun daha anlaşılır bir çeşitlemesini ortaya atmayı başarmıştır. Bu, kendilerine göndermede bulunan sözcükler üzerinden işleyen semantik bir paradokstur. Buyurun bakalım: İki tür sözcük vardır; kendi kendilerine gönderme yapanlar (otolojik) ve kendilerine gönderme yapmayanlar (heterolojik). Kısa bir sözcük olan "Kısa" sözcüğü otolojik sözcüklere, gene kısa bir sözcük olan "Uzun" sözcüğüyse heterolojik sözcüklere örnektir. Peki, "heterolojik" sözcüğü heterolojik midir, otolojik mi? Otolojikse, heterolojik demektir. Yok, heterolojikse, o zaman otolojiktir. Ha! Ha! Hâlâ gülen yok mu? Eh, demek ki felsefi bir kavramı fıkrayla anlatmanın işe yarayacağı bir vakayla daha karşı karşıyayız. Haydi o zaman: Bir köyde tek bir berber varmış ve bu berber sadece kendi kendilerini tıraş edemeyenleri tıraş edermiş. Peki, bu berber bu köyde kime traş olur? ”