Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
336 syf.
·
Puan vermedi
Aldığın her nefeste
''Bu arada adım August. Size nasıl göründüğümü anlatmayacağım. Aklınıza ne geliyorsa muhtemelen ondan daha kötü görünüyorumdur.'' diye kendisini anlatmaya çalışan, hayal gücümü zorlayan August'u nasıl anlatacağımı bir türlü toparlayamıyorum. Genetik ve görülme olasılığı çok çok düşük bir rahatsızlığı olan August yüzünde fiziksel bir bozuklukla
Mucize
MucizeR. J. Palacio · Pegasus Yayınları · 201613,2bin okunma
320 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Derdi olan Yazar “İskender PALA” ve “Karun ve Anarşist” “İskender Pala” Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği ender ilim insanlarındandır. Nerdeyse tamamen unuttuğumuz ve kültür dünyamızdaki en önemli kaynaklarımızdan olan “Divan Edebiyatı”na yeniden ruh vermiştir. Kendisi aynı zamanda “Divan Edebiyatı” alanında son yıllarda çığır açmış bir
Karun ve Anarşist
Karun ve Anarşistİskender Pala · Kapı Yayınları · 20175,3bin okunma
Reklam
Yüz yıl önceki edebi zenginliğimiz..
Şiire ayrılan akşamlarda, örneğin Yahya Kemal gibi tanınmış şairler yüksek sesle şiir okur, arada bir Victor Hugo’dan dizeler söylenirdi. Gazi, kendi de on dokuzuncu yüzyıl Türk şairlerinden kalan şiirleri okuyarak bu resitallere katılırdı. Gazi, şairlere karşı içtenlikle saygı duyardı. Öyle ki, bir gün, genç şairlerden Nâzım Hikmet’in, kendisinden bir şiirini okuması istenince, “Ben kabare şarkıcısı değilim, ” diye izin istemeden masadan kalkması bile bu saygıyı zedelemedi. Gazi kızmadı, sadece üzüldü. Çünkü, gerçekten, bu gençle şiir sanatı üzerine konuşmak istemişti.
480 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
İncelemeden önce şunu belirtmek isterim ki yaklaşık dört buçuk senedir kitap incelemeleri yapıyorum elimden geldiğince ve fark ettiğim kadarıyla bu dört buçuk sene içerisinde yazdığım ilk incelemelere bakılacak olursa ciddi bir değişim söz konusu. Hatta bazen eski yazdıklarıma bakıp kendimle alay ettiğim de olmuştur. Kendi kendimi yadırgamam da
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Gazi Mustafa Kemal Atatürkİlber Ortaylı · Kronik Kitap · 201811,3bin okunma
Hoşgeldin
Ayların sultânı Ramazan ufukta göründü, birazdan her birimizin kapısını çalacak. Onu evimize ve öz-evimiz olan kalbimize buyur edip etmemek, onu güzel bir misafir gibi ağırlama yahut kapıda koyma imtihanı üzerimizde. Şu geride bıraktığımız 4 ay, belki de yüzyıldır ilk defa tüm insanlığın bu derece aciz hissettiği bir dönem oldu. Sağlığımız, zenginliğimiz, övündüğümüz meslek ve makamlarımızın bahşedilen, izin verilen nimetler değil de kendi ellerimizle meydana getirdiğimiz şeyler olduğu zannına dalmıştık belki. Ayetin dediği gibi: "Gerçek şu ki, insan ne zaman kendisini yeterli görse (kimseye muhtaç olmadığını zannetse) fütursuzca azar (kendini tanrılaştırır)." Kendine zorla boyun eğdirmeye kudreti olan ancak bizlere seçim hakkı tanıyan Allah, adını ve sıfatlarını unutayazan, dünya işlerinde adını anmaktan imtina eden insanlığa gözün görmediği bir mikrobun adını zikrettiriyor aylardır. Bir hastamın ilk duyduğumdan beri zihnimden çıkmayan ve her anımsadığımda tüylerimi diken diken eden, trajedi ustası Shakespeare'e kalemini kırdıracak şu satırlarına buyurun: "Oysa ben... Nuh dedim. Peygamberdir dedim. Tufandan önce yola geldim. Gemiye alınacağımı sanmıştım." ... Bugün dahi Nuh'un gemisinin kapıları her gelene açıktır, soru şu ki yağmur başladığında gemiye yetişebilecek bir mesafede mi yaşıyoruz? Rahmetin eteklerinden ayrılmama ve hayırla bayrama erişme duasıyla...
"Finlandiyalılar, " Asıl zenginliğimiz okullar." der. "Sizin Urallar'daki madenleriniz gibi , Sibirya'daki altın cevherleriniz gibi cevherlerimiz yok. Doğa, armağanlardan bize ihsan etmemiş. Bunları kendi enerjimizle telafi etmemiz gerekiyor. Vatandaşlarımızdan ellerinden gelen her şeyi yapmalarını talep etmemiz gerek. Fabrikalarda İngiliz çeliğine nasıl su veriyorlarsa, biz de gençliğimizi okullarda işliyoruz. Bataklıklar arasındaki kayalarımızın üzerindeki okullar sayesinde Rusya'nın geri kalan nüfusunun henüz yakınına bile erişemediği nispeten refah içindeki bir yaşam kurduk. Okullarımızı elimizden alırsanız mahvoluruz. Mayasız hamur gibi söneriz."
Reklam
272 syf.
·
Puan vermedi
Hayattaki en büyük zenginliğimiz kendimiz. Eğer sabah uyandığımızda yataktan kalkabiliyor ve kendi işlerimizi kendimiz yapabiliyorsak başka zenginliğe ihtiyacımız yok.. Elden ayaktan düşmediğimiz , sevgi dolu ,umut dolu ,sağlıklı ve acı haberler duymayacağımız bir hayat ise en büyük mucizemiz. Joy Candellaro; hayatının en büyük darbesini en sevdiklerinden alıyor. Kız kardeşinin eşi ile birlikte olduğunu öğrenmek onu hayatta çaresizliğe itiyor. Joy daha fazla bunları yaşamamak yaşanan yeri de terk etmek unutmak için havaalanına gittiğinde bir anda gördüğü tek uçak seferi bulunan ve birazdan kalkacak olan uçağa atlayıp nereye gittiğini bile bilmeden uzaklaşmaya karar veriyor. Bindiği uçağın düşmesi işte ; asıl macera burada başlıyor. Bobby yakın zamanda annesini trafik kazasında kaybetmiş, annesinden ayrılmış olan babasıyla annesinin ölümünden sonra yaşamak zorunda kalan ancak babası ile düşman gibi geçinen bir çocuktur. Annesi ölmeden önce annesini kırdığı için kendisini affetmemiş , tüm bu yaşadığı travmalar sebebiyle de hayali arkadaşlar edinmiş ve kendini hayattan tamamen uzaklaştırmıştır. Anne ve annelik özlemi çeken iki kahramanın yolu nerede kesişiyor? Son sayfalara gelindiğinde tahmin ettiğiniz sonda nasıl da hayrete düşeceksiniz? Kristin Hannah kalemine sağlık demek için okumaya hazır olun. Ne dersiniz? Bir mucize yaklaşır ve belki gelip hayatımıza yapışır. Bize sevgiyi sonsuz yaşatanlara minnet duyup , şükranla anacağımız hayata devam ederiz. Keyifli okumalar...
Mucizeler Yağarken
Mucizeler YağarkenKristin Hannah · Pegasus Yayınları · 20152,144 okunma
Hayattaki en büyük zenginliğimiz kendimiz. Eğer sabah uyandığımızda yataktan kalkabiliyor ve kendi işlerimizi kendimiz yapabiliyorsak başka zenginliğe ihtiyacımız yok.. Elden ayaktan düşmediğimiz , sevgi dolu ,umut dolu ,sağlıklı ve acı haberler duymayacağımız bir gün olsun. Günaydın 1k...
Son günlerde yorgunluğun ve yenilginin sınırlarını zorluyorum. İmza gününe çıktım geçen gün, hiç satmayan kitaplar yazıp, hiç ezberlenmeyen şiirler yazıyorum. Gene de ismini bilmediğim insanların sadece sigarasını yakıp ta okuduğu biri olmak, bazı şeylerden iyidir. Kaybediyorum ve bundan pek şikayetçi olduğum söylenemez. Zaten kaybetmeyi anlatan birinin kazanması da ironi olurdu. Hayal ettiğim birçok şeye sahibim. Uğrunda çabaladığım hayata eriştim, şimdi sırtımı dönüp uyuyasım var, aslına bakılırsa bir şeyin başında ya  da sonunda da değilim. Bir şeyin sonunda veya başında olmakta istemiyorum. Başlayan her şey biter, doğan her şey ölür. Kendi kovuğumda bir pikap, yarısı bir boş defter ve bir kalemle hayatımı sürebilirken neden birçok şeye sahip olduğumun bilincinde değilim. Büyükşehirlerin cazibesine ya da ayrılığın hırsına kapılmayın. Hatıralarınızda yaşamasını istediğiniz her şeyi sevin, eski sevgililerinizi buruşturup atmayın. Çünkü sizden geriye sadece “eskimiş” nesneler kalıyor. Hatıralar biriktirin, güzel anılar dışında ki bütün zenginlikler tükeniyor.En büyük zenginliğimiz şarkılar ve hala aklımızda kalabilmiş anılar...
Kendi Zenginliğimiz
Biz, sandığımızdan daha zenginizdir. Ama bizi her şeyi başkalarından almaya, dilenmeye alıştırıyorlar. Kendimizden çok başkalarından yararlanacak biçimde yetiştiriyorlar bizi. İnsan hiçbir şeyde gerek duyduğu kadarıyla yetinmiyor. ne şehvette, ne servette, ne devlette kollarını kucaklayamayacağı kadar açmaktan alabiliyor kendini, açgözlülüğü ılımlı olamıyor bir türlü.
Sayfa 291Kitabı okudu
Reklam
Yamyamlar
Bu yamyamlardan üçü, bizim düşündüklerimizi öğrenmenin rahatlık ve mutluluklarını ne ölçüde kaçıracağını, yenilik hevesiyle kendi güzelim göklerini bırakıp bizimkilerin altına gelerek bizimle ilişki kurmanın başlarına neler getireceğini bilmeyerek Fransa'nın Rouen şehrine gelmişlerdi. Şimdi ölmüş olan Kral Charles da oradaydı o zamanlar. Kral uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz, güzel bir kentimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok neyi beğendiklerini sordu. Üç şey söylediler; üçüncüsünü ne yazık ki hatırlamıyorum. İlk şaştıkları şey sakallı, güçlü kuvvetli, silahlı bir sürü adamın çocuk yaşındaki bir krala bekçilik, uşaklık ettikleri, niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. İkincisi, kimilerinin neden bolluk, rahatlık içinde keyif sürüp de birçoğunun sefalet içinde yaşadıkları olmuş. Nasıl oluyor da demişler, bu yoksul insanlar böylesi bir haksızlığa katlanıyor, öteki insanların boğazlarına sarılmıyor, evlerini ateşe vermiyorlar!
Sayfa 264 - İskele Yayıncılık, 2011. Çev: Kerim ÇetinoğluKitabı okudu
kölelik işlendi önce damarlara…
Bu yamyamlardan üçü, bizim düşündüklerimizi öğrenmenin rahatlık ve mutluluklarını ne ölçüde kaçıracağını, yenilik hevesiyle kendi güzelim göklerini bırakıp bizimkilerin altına gelerek bizimle ilişki kurmanın başlarına neler getireceğini, bugün bir hayli ilerlemiş olduğunu sandığım yıkılışlarını bilmeyerek Fransa’nın Rouen şehrine gelmişlerdi; rahmetli kral Charles de oradaydı o zaman. Kral uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz, güzel bir şehir örneğimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok neyi beğendiklerini sordu. Üç şey söylediler; üçüncüsünü ne yazık ki unutmuşum. En başta şaştıkları şey sakallı, güçlü kuvvetli, silahlı bir sürü adamın çocuk yaşındaki bir krala bekçilik, uşaklık ettikleri, niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. İkincisi, kendi dillerinde bir tek bedenin eli kolu, parçaları birbirinin yarısı olarak anlatılan insanlardan kimilerinin neden bolluk, rahatlık içinde keyif sürüp de birçoklarının dilenciler gibi kapılarda, açlık ve perişanlık içinde yaşadıkları olmuş. Nasıl oluyor da demişler bu yoksul yarımlar böylesi bir haksızlığa katlanıyor, öteki yarımların boğazlarına sarılmıyor, evlerin ateşe vermiyorlar?
20. yüzyılımız başlangıçta akılcılıkla taçlanacak, aydın eğitimin geniş kitlelere yayılacak ve dinin en sonunda tüm batıl inançlardan arınarak kendi içinde bir aydınlanma yaşayacağı bir çağ olarak müjdelenmişti. Aydınlanmanın neredeyse tüm abartılı amaçları kısmen de olsa gerçekleştirildi: bazı insanlar için muazzam bir zenginliğimiz var; batıdaki çoğu insan için tiranlıktan uzak yaşamak ve bilimin sonsuza dek yaygınlaşması bir amaç. Peki ama neler oldu? Insan olarak kafalarımız artık daha karışık, ahlaki ideallerden yoksunuz, gelecekten korkuyoruz, işleri değiştirmek ya da içsel hayatımızı kurtarmak için ne yapmamız gerektiğine emin değiliz. “ dünyaya gelmiş geçmiş en bilgili insanlarız” diye yazar Archibald MacLeish: bilgi yağmuruna tutulmuş durumdayız fakat insan olarak bunları hissetme yetimiz kaybettik ya da kaybediyoruz… Artık beynimizle biliyoruz, gerçeklerle, soyut bilgiyle. Kör olan Glocester ‘a Kral Lear’ı şöyle bağırtan Shakespeare gibi değil… “Bu dünya böyle işte” ve Gloucester yanıt verir: “Hislerimle görüyorum.”
Sayfa 24 - OkuyanUsKitabı okuyor
Immanuel Kant, insanlara karşı ahlaklı davranış sergilemenin tek yolunun, onları kendi zenginliğimiz ve zaferlerimiz için bir "araç" olarak kullanmaktan değil, onlara yalnızca "kendileri oldukları için" değer vermekten geçtiğini anlatmıştır.
Haydi herkes kendi hikayesini yazsın ! Mesela ben , bir zamanlar küçüktüm ! Evet evet gerçekten küçüktüm ! Öyle ki ; " Ben daha büyümedim " " İçimde ki çocuğu daha öldürmedim " " Küçül de cebime gir " havalardında ki " kocamışlar gibi veya Bakmayın çınar gibi durduğuma , içimde hala gencecik bir fidan var
105 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.