"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
Aysun Kayacı'nın sosyoloji dünyasını çatlatan meşhur tespitini pek çoğunuz bilirsiniz;
"Ben vergi veriyorum niye vergisini vermeyen, 'dağdaki çoban'la benim oyum eşit mesela. Niye? Hiç vergisini vermeyen biriyle niye benim oyum eşit. O benim kadar duyarlı benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba"
'BEN VERGİMİ
Dostoyevski'nin önemli ve hayli kalın bir kitabını daha okuyup bitirmenin rahatlığını yaşıyorum. Yazarın bu kitabını biraz sıkılarak okudum desem yalan olmaz.
Özellikle kitabın başında ve sonundaki
Hüsn ü Aşk
"Gayret dedi Aşk’a ey birâder
Gel yol eri yolda olmak ister"
Besmele-Hamdele-Salvele..
Merhum Şeyh Galib Hazretlerini Rahmetle yâd edelim. Hamd ile salvele getirip evvala; Hazretin ruhuna bir Fatiha armağan edelim.
Elimden geldiğince ve kalemim yettiğince, bu şaheseri terennüme ve dahi izaha yelteneceğim. Haddimiz ile
Dili çok güzel, sade ve akıcı. Altı çizilecek ve alıntı yapılabilecek yığınla satır dolu bir kitap. Şahsen ben okumaktan büyük keyif aldım, yaşamın her alanından izler buldum. Hiç bitmesin istediğim “Bir Delinin Senfonik Dokundurmaları” isimli şiirini aşağıya alıyorum.
-Sevgi,
Kilidi olmayan tek hazinedir.-
-Sevgisiz kalp ışık girmeyen mabet
Kişi, âlemde adalet için insanların ancak bir aracı olduğunu kavradığı zaman, asıl adalet için bir üst merci, bir üst makam olduğunu anladığı zaman, işin muhtevası değişiyor.
Ben sokaklarda insanların birbirine saldırmadığı, kadına, doktora, hiçbir canlıya şiddetin olmadığı, hukukun işlediği, her inanca ve etnik kökene saygı gösterilen, insanların birbirine güvenebildiği, yalan söyleyenin, hırsızın değil dürüst olanın kazandığı, okuyan, yazan, fikrini özgürce söyleyen insanların olduğu, trafik kazalarının olmadığı, makam aracı sayısının bunun on binde biri olduğu, çok daha üretken, saygı ve sevgi dolu insanların mutlu yaşadığı bir ülke istiyorum.
~Türkçülük, politik bir parti değildir; bilimsel felsefi, estetik bir ekoldür.
Türkiye Allah’ın kılıcı halkçıların pençesinde ve Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde idi. Türk vatanı, tehlikeye düşünce, bu kılıçla bu kalem birleştiler,bu birleşmeden bir toplum doğdu ki, adı Türk Milleti’dir.
~İnsanın kutlu olması, keramet ve kişilik sahibi
"Biyografi yazanlar, benim için gerçek şölenlerin hazırlayıcısıdır." Montaigne’in bu sözüne karşılık yüzyıllar sonra da olsa Stefan Zweig’in hazırladığı biyografi çalışması: "MONTAIGNE"
Sevdiğim iki başarılı yazarı buluşturan bu eseri okumak; benim için hem büyük bir zevk, hem de iki yazarı da tanıma açısından bir fırsat
İSKİ 'de 124 yöneticinin 824 makam aracı varmış.
IBB 'de ise 1717 araç kiralanmış.
-- BU BEDAVACILARIN ELINDEN O ARABALARI ALINCA İSTANBUL 'UN TRAFİK SORUNUDA BÜYÜK ÖLÇÜDE ÇÖZÜLÜR...
Bize de makam arabası verilecek mi acaba 🤔
Memleketin yarısında makam aracı var
ne yani ışçinin, ögretmenin, doktorun, mühendisin nesi eksik?
Ya emekliler bu memlekete o kadar vergi ödediler. Bir makam arabasını çok görmeyelim. Asıl onların şimdi araca ihtiyaçları var.
Buradan şehir hastanesine 42 km var (şehir merkesine de 30km - köyde yaşamıyorum, tarifiye şehiriçi merkezden) Otobüs dolu olduğu için hasta olan amcam ayakta biryerlere tutunmaya çalışarak gidiyor. 42 km. (45 dakika) ayakta durması lazım. Genç yer versin evet evet de onun ayağı da alçılı. Şu kadın da yer verebilir ama o da hamile.
Bu kadar uzak olmasının sebebi de konum ve şehrin gelişimi batıya doğru sekillenmesi.
batı hayalinizi seveyim
Güzelim kültürümüzü ve de medeniyetimizi de 1 asır da yerlerde süründürdünüz.
Adamlar bir asır da medeniyet üstüne medeniyet. Modernlik üzerine modernlik kuruyorlar.
Sahi ya işçiye makam aracı verecekler mi ?
Sayın Devlet Başkanımız, Rektörümüzün kendisine Fahri doktora unvanı vermesinden pek hoşnut olmuş ve bu aracı da memnuniyetinin bir nişanı olarak Sayın Rektörümüz Yeşil Papağan’a tahsis etmişti.
(…) Yeşil Papağan, kendisine böyle ihtişamlı bir makam aracı tahsis edilmesine çok sevinmişti. Zaten asabi olan mizacı, bir önceki rektörden devraldığı makam aracının -şoför elinden bir şey gelmediğini iddia ediyordu- belki yanlışlık, belki dalgınlık, belki de bir efsun sonucu sürekli olarak kendi evi yerine eski rektörün evine,akrabalarına, yazlığına gitmesinden ötürü daha da asabileşiyor, işini yapamıyordu. Bu yeni araç, gereksiz zaman kayıplarının önüne geçmek için bir gereklilikti; hocamız aslında bir araç bile istemediğini ama Devlet Başkanımızdan gelen bir hediyeyi reddetmenin de büyük saygısızlık olacağını belirterek başlamıştı yeni makam aracını kullanmaya.
"Aşk", Mü'mini bir âlemden başka bir âleme götürür. Bu yüzden aşk dilinde sevgiliye"yar" denir. Sonra her şey gibi aşk da yârdan ağyâra düştü. Gönül, edeple girilen bir dergâh olmaktan çıktı, bir kapısından girilip diğerinden çıkılan sahipsiz hana döndü. Şehvetten kurtulmanın adı olan aşk; şehvetin, şöhretin karargâhi oldu. Aşk, makamından düşünce söz de mahallinden çıktı, meddahların dilinde menfaat devşirme aracı oldu. Dünya kendine gelsin, insan uyansın diye âlimler, ârifler ruhunu Kur'ân-ı Kerim'den alan nice sözler söyledi. Bu uğurda nice bedeller ödendi; lakin söz mahallinde masruf olsa da menziline varamadı. Çünkü bu fetret, öncekilerden çok daha derindi. Ne lisan ne irfan ne de vicdan bıraktı insanda. Varlığı eşyanın fesadına mâni olan "tuz" da bozuldu.
***
Dünyaya baktik, aldandik, orada ebedi kalacağımızı sandık. Dikenden gül bitiren Allah Azze ve Celle bu kişı da bahara çevirmeye kâdirdir. Makam, mevki, para, pul... Bütün bunların birkaç mevsimlik olduğunu anladığı mızda ölümlüleri bırakacak Hayy ve Lâyemût/Ölümsüz olana âşık olacağız.
Tavsiye Ederim. Mutlaka okuyun. Hocamızın Kalemine Sağlık.
Fakir Baykurt diyor ki:
"Epeyden beri kafamda gezen bu romanı Mamak Askeri Cezaevinde yatarken geliştirdim. Bitmedi, Ankara Sivil Merkez Cezaevine geçtim. Yapacak iş yok. Yazma olanağı da yok. Ne yapayım? Vurdum voltamı, kurdum romanımı.
Çıkınca da hemen yazdım... Gerçi bu romanda doğrudan doğruya cezaevi geçmiyor. Ama halkımızın
Ali Şeriati’nin gerçeklerle sizi rahatsız etmeye geldim demesi gibi Saadettin Merdin de dini konularla ilgili bilgileri Kur’an Işığı altında anlatarak, gerçekleri söyleyerek bolca miktarda rahatsızlık veriyor. O kadar çok bam teline basıyor ki, ben kitabı okurken ve alıntı paylaşırken filan gördüğüm tepkilerden tahmin ediyorum ki sitenin