Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Devletlerin İnterneti Kendi Menfaatleri İçin Suistimal Etmelerine Dair
Günümüzde Batılı hükümetlerin sahip oldukları çevrimiçi kabiliyetleri suiistimal etme arzuları bize şunu gösteriyor: İnternetin gücü ve önemi arttıkça ABD'nin savunma kurumları (ve müttefikleri) ile yaratılmasında önemli bir rol üstlendiği küresel ağ arasındaki ilişki de giderek daha karmaşık bir hal alıyor. İnternet bir bakıma fevkalade
Sayfa 212-215
Bütün bunların ötesinde, 1789 Devrimi'nin başarısında en önemli rol oynayan, toplumsal ödül almayı hak ettiklerine inanan özellikle Paris'teki şehirli sankülotlar -küçük dükkân sâhipleri, işçi liderleri ve ücretliler-, politik haklarını elde ede­medikleri gibi maddi olanaklarını da artmamış, ucuz ve yeter­li yiyecek istekleri karşılanmamıştı; tatminsizlikleri giderek artıyordu. Uğradıkları haksızlıklar ve özlemlerinin uzun bir geç­mişi vardı; ancak devrime aktif olarak katılmaları ve olaylar içinde fiilen yer almalarıyla, "insan haklan" ve "halkın egemen­liği" gibi bulaşıcı sloganlarla tanışmalarıyla bunlar yeni bir içe­rik ve kesin tanımlar kazandı. Böylece, sankülotlar giderek dik­kate alınması gerekli bir politik güç olmaya başladı; iktidar ara­yışı içindeki güçlerle ittifaklar kurmaları burjuvazi içindeki bö­lünmeleri derinleştirdi. Bu süreç devrimin, 1789 yılında bu ha­rekete başlayanların ne düşündükleri ne de bu niyetle yola çık­tıkları bir biçime kaymasına yol açtı.
Sayfa 111 - PdfKitabı okuyor
Reklam
Bir kez daha, anlayamadığım bir gerçekle karşı karşıya kaldım. Kendimi yok olmuş sandım, ümitsizliğin en son noktasına vardım sandım ve her şeyden feragat ettiğimde ise huzura erdim. Bana öyle geliyor ki böyle zamanlarda insan kendini keşfeder ve kendi kendisinin dostu olur. İçimizde hangi önemli ihtiyacı karşıladığını bilmediğimiz bir bütünlük duygusuna artık hiçbir şey galip gelemez. Macera peşinde kendini harap eden Bonnafous sanırım bu dinginliğe erişti. Guillaumet de karda aynı dinginliğe ermişti. Boğazıma kadar kuma gömülü halde susuzluktan yavaş yavaş boğulurken yıldızlar altında sınırsız bir sıcaklık hissettiğim o anları nasıl unutabilirim? İçimizde böylesi bir kurtuluş hissini nasıl sürdürebiliriz? Çok iyi bldiğimiz gibi, şu insanoğlunun her şeyi bir tuhaftır. Bir şeyler kazanması için imkan verilse insan uyuya kalır, zafer kazanan fatih, gevşer, cömert zengin olsa perişan olur. İnsanları yetiştirmeyi isteyen siyasi doktrinlerin ne tür bir insan yetiştireceği önceden bilinmediği sürece bu doktrinler ne işe yarar ki? Ortaya nasıl biri çıkacak? Biz besiye çekilen hayvan sürüsü değiliz ve yoksul bir Pascal'ın dünyaya girişi, isimsiz birkaç zenginin dünyaya gelişinden daha ağır basar. Esas olanı önceden göremeyiz. Her birimiz hiç ummadığımız bir şeylerde dünyanın en büyük sevinçlerini yaşamışızdır. Bunlar içimize öyle bir özlem bırakmışlar ki acılarımızdan meydana gelmişlerse eğer, o acıları bile arar olmuşuzdur...
Sayfa 154Kitabı okudu
Topluluk Problemi
Eğer gerçek topluluklar karman çorman ilişkilerden oluşuyorsa ideal olanlar -Benedict Anderson'un tanımıyla 'hayali topluluklar'- net sınırlara sahiptirler. Hayal edilen topluluklar, hayal gücünün diğer unsurları gibi gerçek etkilere sahiptirler. Belirli bir dili ya da bir dilin çeşitlemelerini dayatarak bir topluluk oluşturma girişiminin önemli sonuçları bulunmaktadır ve bunlar her zaman planlanan sonuçlar değildir. Bundan dolayı dillerin rolünü yalnızca bir topluluğun Birlik bağı hissinin yansımaları ya da ifadeleri olarak değil, aynı zamanda onların yapılanma ve bozulmalarının aracı olarak incelemek zorundayız.
NUR RİSALELERİNDE HZ. ALİ İLE İLGİLİ RİVAYETLER
"BEN İLMİN ŞEHRİYİM, ALİ DE ONUN KAPISIDIR."(1) Nur Risaleleri'nde "Keramet-i Aleviye" diye sunulan bu büyük iddiaların temel dayanağı, işte bu hadistir. Bu hadisin Nur Risaleleri'ninde zikredilmesinin sebebi, müellifinin gizli ilimlerin Hz. Ali'ye verildiğine inanması ve bundan kendisi ve risaleleri lehine
Sayfa 223 - Süleymaniye vakfıKitabı okuyor
Osmanlı Devletinin kuruluş ilkelerinde Müslümanlık , hanedanlık ve ortaçağ yapısı vardı. Devlet , şeriat denilen İslam hukuku , kanun adı verilen hükümdar buyrukları ve örf denilen geleneklerle yönetiliyor ve bazen günlük gereksinimleri karşılamak için bunlar mantık dışın kadar genişletiliyordu. Bu yasalar gereğince Müslüman olmayanlar İslam kanunlarını kabul ettikleri takdirde korunuyorlar ve topluluk yaşamlarını kabul ettikleri takdirde korunuyorlar ve topluluk yaşamlarını sürdürebiliyorlardı. En önemli üç gayrimüslim ve cemaat ise Rum ya da Doğu Ortodoks Hristiyanları , Ermeni Gregoryen(Monophysite - İsa Mesih'in hem tanrı hem insan olarak tek bir tabiatı olduğuna inanan) Hristiyanlar ve Yahudiler idi. Bu topluluklara o tarihlere verilen millet adı daha sonraları laik ulusu belirtecekti. Gerçi kapsamı zamanla değişti ama millet sisteminde toplulukların kendini yönetme biçimi durum , genel de Hristiyanların etkisi altındaki Avrupa'da görülmüyor ama yine de , yaşamlarını istedikleri biçimde sürdürüp başarılı olabildiler.
Reklam
Hz. Mûsâ'nın yorgunluk, bitkinlik ve açlık hissetmesi, öncelikle fizyolojiyle açıklanan bir eksikliktir. Yorgunluk enerji/libido kaybının en önemli belirtisidir. Bu süreç, "hayatî önem taşıyan bir anın farkına varılmasını" anlatır. Hz. Mûsâ hiç beklemediği bir anda yaşam kaynağını bulduğunu ve yeniden kaybettiğini fark eder. Bu durum üzerinde dikkatle durulması gereken bir sezgidir. Hz. Mûsâ ve hizmetçisinin yemeyi düşündükleri balık bilinçdışının bir içeriği olup ilkkökenle bağ kurulmasını sağlar. Balık yeniden doğmuş, yeni bir yaşama kavuşmuştur. Yorumlara göre, balık ab-ı hayatla temas ettiği için bütün bunlar olmuştur. Balık denize atladığında yeniden bilinçdışının içeriği olmuştur.
Hayatta Kalmanın Anahtarı: Zaman Yönetimi
Zaman yönetimi çoğu insan için doğal olarak gelişmez, çünkü bu aslında zaman yönetimi değildir. Zaman manipüle edilemez veya yönetilemez; o sadece öylesine akıp gidiyor gibi görünür. Zaman yönetimi, kazanılması gereken bir beceridir, zaman geçerken kendi kendinizi yönetmektir. Uygulama ve çaba gerektirir, ancak ödülleri muazzam olabilir -
Sayfa 174 - Palme yayıneviKitabı okuyor
Kararlılık
İmân ve kararlılık, aydınlanma merdiveni üzerinde yer alan iki önemli basamaktır. Bunlar olmaksızın, aydınlanma kelimesi kaleme alınabilir ve söz konusu edilebilir ama, hiçbir vakit gerçekleştirilemez. îmân olmaksızın belirli bir dereceye kadar entellektüel bilgi edinebiliriz; ancak, varlığımızın en süptil bölmelerini de sadece imân sayesinde görebiliriz. Tüm hayal kırıklıklarını ve engelleri aşmamızı sağlayan güç ise kararlılıktır. Kararlılık, içsel ve dışsal başarının temelini oluşturan irade gücünün inşa edilmesinde yardımcı olur. Kutsal metinlerde, sankalpa shakti'nin (kararlılık gücünün) yardımıyla hiçbir şeyin imkânsız olmadığı yazılıdır. Dünyanın büyük önderlerinin gerçekleştirmiş oldukları tüm büyük işlerin temelinde bu shakti yatar. Böyle bir önder, bu güçten destek alarak, bunu yapacağım; bunu yapmak zorundayım; bunu yapacak imkâna sahibim der. Bu kararlılık gücü kesintiye uğratılmadığı takdirde, kişinin arzulanan hedefe erişmesi de kaçınılmaz olur.
"İnsanların değerlendirilmesi açısından şaşırtıcı olan nokta şu: Bizim dışımızda, kendine özgü nitelikleriyle değerlendirilmeyen hiçbir şey, hiçbir varlık yok. Bir atı güçlü ve çevik olduğu için överiz, Ama koşumları nedeniyle övmeyiz. Bir tazıyı tasması nedeniyle değil, çevikliği nedeniyle severiz; bir şahin uçarken kanatlarını iyi kullandığı için övülür; kolanları, çıngırakları nedeniyle değil. Neden insan söz konusu olduğunda onun sahip olduğu şeyleri değerlendirerek düşünmüyoruz, buna göre karar vermiyoruz peki? Keyfi yerinde, güzel bir şatosu var, itibarlı ve zengin: Bütün bunlar dışarıdakı ve çevresindeki şeyler; onda olan şeyler değil. Görmeden bir kedi satın almazsınız; bir at satın almak için pazarlık yaparken atın koşumlarını çıkartırsınız; çıplak, örtüsüz halde incelersiniz hayvanı. Eskiden prenslere at satarken çok gerekli olmayan uzuvları örtülürmüş. Burada amaç alıcının atın güzel tüyleriyle ve geniş sağrısıyla oyalanıp vakit kaybetmemesi; özellikle en önemli uzuvları olan bacakları, ayakları, gözleriyle ilgilenmesidir. Peki insan neden sarılmış, sarmalanmış, paketlenmiş bir halde inceleniyor? İnsan, bize, kesinlikle kendine ait olmayan şeyleri göstermeye dikkat eder ve onu gerçek anlamda değerlendirebileceğimiz taraflarını saklar bizden. Sizin aradığınız kının değil, kılıcın değeridir; kınından çıkardığınızda gördüğünüz kılıca belki bir kuruş bile vermezsiniz."
Sayfa 292 - Alfa Yayınları
Reklam
Bunlar benim tuhaf bir kadın olduğumu söylerler prens.Ama iyiyi kötüden ayırmayı bilirim ben.Çünkü yürektir önemli olan ,gerisi boştur.Akılda gereklidir kuşkusuz...
keza at üzerine olan türk lügatı çok zengindir. bugün izleri var ama bunları tamamen bilmiyoruz. atların renklerine, yaşlarına, cinsiyetlerine göre farklı isimler var. öyle ki teferruata girildiği zaman bu isimlendirme binleri buluyor. araplar hiçbir zaman "on dört yaşındaki boz renkli dişi deve" demezler; onun kısa bir adı vardır. çünkü çölde güdülürken o deve öyle çağırılır. at ve deve üzerine bu zengin lügat, bir yandan da militer bir hareket tarzını getiriyor; örgütlenme ve çabuk hareket kabiliyeti. bunun yanında bir de silah ve demir işçiliği var. demir; uygarlaşmış, felsefe üreten bir milletin işi değil. avrupa tarihinde kuzey avrupa'nın barbarları için "holstein kültürü" denilen bir devre var; bu kavimler daha okuma yazma bilmedikleri zamanlarda demir işliyorlardı. demir işi çok büyük şehir merkezleri kurmayı gerektirmiyor. anadolu'ya da demiri getiren hititlilerdir. naşili dediğimiz bu kavim, muhtemelen güney ukrayna'dan anadolu'daki hattilere saldırdı, demir ve silah da onlarla birlikte geldi.sonrasında hükmettikleri yerin adını aldılar, kendilerine "hatti" denildi. en önemli unsur da devlet mekanizması... bizim göktürk kağanlığı ve türgişler var. bunlar birer devlet; dış ilişkileri var, vergi toplamayı, ganimet paylaştırmayı biliyorlar
Sayfa 36 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
Çoğu zaman yeni hazlar düşleme yeteneğine sahip olmadığımız söylenir. Ama en azından başka bir haz ürettik: Hazzın hakikatinden duyulan hazzı, bu gerçeği bilmenin, sergilemenin, keşfetmenin, görerek coşmanın, söyleme gizlice bir sır olarak açmanın, kurnazlıkla bulup çıkarmanın hazzını, hazza ilişkin hakiki söylemin özgül hazzını ortaya çıkardık. Bizim cinselliğe ilişkin bilgimize bağlı bir erotik sanatın en önemli öğelerini, ne tıbbın vaat ettiği sağlıklı bir cinsellik idealinde, ne kusursuz ve gelişmiş bir cinselliğe ilişkin hümanist bir hülyada, ne de özellikle orgazmın lirizminde ya da biyoenerjinin güzel duygularında aramak gerekir (bunlar o bilginin normalleştirici kullanımıdır); bu öğelerin aranılacağı yer, cinselliğe ilişkin hakikat üretimine bağlı hazların çoğalması ve güçlenmesidir. Yazılan ve okunan bilge kitaplar, konsültasyon ve muayeneler, soruları yanıtlama endişesi ve yorumlandığını bilmenin keyfi, kendi kendine ve başkalarına anlatılan bir sürü şey, bir sürü merak, skandal karşısında "hakikat'e ilişkin görevin -biraz da ürkekçe- verdiği destekle açık edilen onca sır, duymasını bilenlere fısıldayabilme hakkı için yüksek bedeller ödenen gizli fantezilerin bollaşması, tek kelimeyle Batı'nın birkaç yüzyıldır bilgece kışkırttığı harikulade "analiz hazzı" (analiz sözcüğünün en geniş anlamıyla); bütün bunlar, itiraf ve cinsellik biliminin adeta gizlice ittiği bir erotik sanatın başıboş gezen parçalarını oluşturur.
23 Nisan'da da TBMM açılmıştı. Bunlar bir tesadüf değildi. Önemli icraatlar her zaman önemli günlerde yapılır.
Aydınlanma seçkinci bir durumdu. Bundan memnun olsak da, olmasak da böyleydi. Her çağda ve hemen hemen her alanda küçük bir grup aydınlanmış azınlık bulunuyordu. Bunlar hayatlarını, bir sonraki evrimsel aşamanın tam eşiğinde yaşıyorlardı. Belki o aşamanın gerçekleşmesine daha yüzlerce yıl vardı. Tarihin belli kilit dönemlerinde bu seçkin azınlıkların biri ya da öbürü, bütün kültürü etkileyebilecek kadar genişliyor ya da sesini çıkarabiliyordu. O zaman evrimin yoluna önemli bir taş daha döşenmiş oluyordu. Wiggs aklından eski Mısır’da Akhenaton dönemini, İran’da Zerdüşt dönemini, Yunan ve İslam’ın altınçağlarını, Çin kültürünün birkaç büyük devrini ve Avrupa Rönesansı’nı düşünmekteydi. (Keltler de büyük bir uygarlık yaratabilirdi, diye anlatıyordu Priscilla’ya... tabii eğer kilise onları vaktinden önce kıskıvrak yakalamasaydı.) İşte Amerika’da da 1964-1971
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.