Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sultana; "Padişahım çok yaşa!" diye sesli duâlar edilir, fakat aynı zamanda gurura kapılmaması için de; "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!" diye fanilik ve kulluk şuuru hatırlatılırdı.
Sayfa 32 - Yüzakı YayınlarıKitabı okuyor
AZGIN İSTİBDAT DEVRİ -
Akşamları bütün ordu ve askeri mektepler üç defa "Padişahım çok yaşa!" diye haykıracak, eğer can ve gönülden bağırmıyor diye jurnal edilirseniz başınıza bir bela gelir.
Sayfa 47 - Kronik KitapKitabı okuyor
Reklam
Günde kaç defa "Padişahım çok yaşa!" diye bar­bar bağırdığımız devrin Padişahı Sultan Abdülhamid II. gö­zümüzden yavaş yavaş düşüyordu. Tıbbiye’deki genç ve aydın hürriyet taraftarlarının sürgünlere gönderilip ocaklarına incir dikildiğini duydukça âdeta feveran ediyorduk. Bir gün bizim de başımıza böyle bir şey gelebilirdi. Devlet idaresinin iyi iş­lemediğini, suistimallerin alıp yürüdüğünü, memurların ve subayların maaşlarını alamadıklarını, buna mukabil saraya mensup sırmalı hafiyelerle tevabilerine maaşlarından başka keseler dolusu altın verildiğini haber aldıkça, Sultan Hamid’e esasen pek de kuvvetli olmayan güvenimiz büsbütün sarsılı­yordu.
Sayfa 32 - İnkılap ve Aka kitabevleri
Padişahım çok yaşa! Yaşasın Kanun-u Esasi! ..
“Yenildik dediler.” diye tekrarladı. Hüzün sesini yumuşatmıştı. Gülümsedi. “Paydos der gibi.” Yine gülümsedi. “Hani bayram yerinde salıncakçı; yandııı der ya… tıpkı onun gibi; harp bitti dediler. Bir de baktık ki bizde ne kol kalmış, ne kanat. Hafız’ın oğlu Demirci Salih, Çolak Salih olup çıkmış. Sen olsan nişlersin? de bakalım Ali Emmi? Surat da kalmamış. Anamın halini bir gör. ”Padişahım çok yaşa!”. Ama böyle bağırma istiyor insan. Padişahım, madişahım ne olursa olsun bir şey için, biri için “Çok Yaşa!” diye bağırmalı insan.. Pek hoş oluyor yani… Kol bacak gitse de..
Sayfa 41 - İletişim YayınlarıKitabı okuyor
DÖRDÜNCÜ SULTAN MURAD
-Padişahım çok yaşa! -Sultan Murad, devletinle bin yaşa!
Sayfa 187 - Ötüken
Reklam
« – Şeriat isteriz. Gavurluk istemeyiz! Mektepli zabit istemeyiz! Padişahım çok yaşa! ..»
"Yedi yıl. Yani, seksen dön ay. Ya­ni, üç yüz otuz altı hafta. Yani, padişah, üç yüz otuz altı defa se­lamlığa çıkacak. Askerler üç yüz otuz altı defa (Padişahım çok yaşa!) diye bağıracaklar." Üç yüz otuz altı haftanın kaç gün tut­ tuğunu zorlukla hesapıadı. Iki bin beş yüz sayısını bulunca umutsuzluğu korkuya döndü. Bu kadar günün ancak iki üç sa­atinde bu avluya çıkabilecekti. Geri kalan yirmişer saat, hep o kOğuşta, o marsık kokulu, Rumca sesler çınlayan maltada. Çeşit­li ahlaksızlıkların, çekişmelerin, belki de adam öldürme tasarıla­rının içinde geçecekti. Hiçbir faydalı iş görmeden, okuyamadan,yazamadan, resim yapamadan . . . Daha beteri, Mustafa Kemal Pa­şa'ya sövdüklerini duymazdan gelmeye çabalayarak. . . Elini çe­nesine götürdü. Şu anda, yalnız kalmaktan başka hiçbir şey iste­miyordu. Bu isteğinde yanılıp yanılmadığını araştırdı. Yalnızlık istiyordu ama, dönemeçleri, zaman zaman Bekirağa bölüğünde­ ki gibi, bir başka çeşit yılgınlığa çıkan yalnızlığı değil! .. Güven verici, dinlendirici yalnızlık... "Içindeki karanlık mağarada, umutSUZlUğun, aç bir ayı gibi homurdanarak uyandığını, sana duyurmayan bir yalnızlık.»
Kamil BeyKitabı okudu
Sonunda korunaklı bir yere çekilip asker kapıyı kırıp içeri girmelerini emrini verdiler; İçeride bir sürü beyaz papağan vardı, açlıktan çıldırmış durumda oradan oraya konuyor ve kendilerine öğretilen “Padişahım çok yaşa “diye bağırıyorlardı.
Reklam
Memlekette iki ses var: Padişahım çok yaşa! Kahrolsun Abdülhamit!
Sayfa 91 - Dergah YayınlarıKitabı okudu
Sultan dördüncü Murad Han'ın;
Osmanlı'yı büyük bir inkıraz uçurumdan kurtardığı muhakkaktır. Yine en büyük hizmetinden biri de; *Irak'ın fethi ile Osmanlı-İran hududunu hâlâ devam eden kati şekliyle tesbit etmiş olması gösterilebilir.***
Sayfa 492 - Padişahım çok yaşa
- Ne diyelim, padişahım sen çok yaşa! - Asıl yaşaması gereken biziz. Onlar bizi yaşatsınlar. İyilikle, sağlıkla, huzurla yaşatsınlar. Ama onlar hep kendileri için yaşatırlar bu devleti. Bizim iyiliğimizi isteyen yok!
Sayfa 97 - İletişim Yayınları
-Asıl hedefi göremiyorlar. Sadece Abdülhamit ile meşgul oluyorlar. Onu yıkmak, onu devirmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Abdülhamit tek adam… Beride otuz milyon adam var. -İyi ama, bu tek adam, bu otuz milyona göz açtırmıyor. Bütün hayat hakkını gaspetmiş... -Orası doğru. Kimse itiraz edemez. Hepimiz onun nasil bu memleketi yıktığını biliyoruz. Fakat mesele o değil. Mesele bu hürriyet aşkının, bu istibdat düşmanlığının asıl düşünülmesi lazim geleni unutturmuş görünmesinde. Hepimiz Abdülhamit ile mesgulüz. Sarayın etrafindaki beş on kişi hariç, ordu, memur, halk, herkes, sabah akşam onu düşünüyor. Onun fenalıklarını saya saya cezbeye geliyoruz. Bu, Kadirî zikri gibi bir şey oldu. Memlekette iki ses var: Padişahım çok yaşa! Kahrolsun Abdülhamit! İyi ama, sade bununla iş çıkmaz, farz edelim bu adam ortadan yok oldu, onu devirdik, saltanatı bırakti yahut öldü, o zaman ne yapacaklar? Abdülhamit gitti, biz işimizi gördük, artık bize ihtiyaç kalmadı, Allahaismarladık, demeyecekler ya... Her şey gösteriyor ki, Abdül hamit'in hakiki halefi tav'an veya kerhen bu cemiyet olacaktır. Onlar iş başına geçecekler, o zaman ne olacak? - Hele bir kere o gitsin de... -İşte tam onların ağzıyla konuştun. Hele bir o gitsin... Hele bir sabah olsun... Biz saniıyoruz ki bütün fenalıklar sadece ondandır. Hâlbuki değil; fenalık daha derin, daha köklü. Abdülhamit gibi bir ifriti doğuracak kadar büyük. İyice yerleşmiş. Abdülhamit nedir? Senin, benim gibi bir insan. Yalnız bizden biraz başka türlü.
Sayfa 88 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Salih'in sinirlerindeki karıncalanma anmış, tırmalama halini almıştı. Başından geçenleri anlatmak kolaydı. Fakat iyi biliyor­ du ki, ondan sorulan büyük hesaptı, sorunun içinde büyük fa­cianın bütün kırıntıları vardı: "Karılarımız, kızlarımız neden aç kaldı?" "Neden yakacağımız, giyeceğimiz yok?" "Biz Galiçya'sından Kanal'ına kadar dünyanın her yerinde as­lan gibi evlatlarımızı bırakalım da İtalyan oğlanları ta kasabamıza kadar gelsin ha? Sebep?... " Bütün bunların sebebini Salih onlar kadar bile bilmiyordu. Farkına varmadan güldü. Bu gülüş zerre kadar istemediği, kast etmediği ve yine farkına varmadığı halde küçümseyici, hatta alay edici idi. Sesindeki yırtıcı ton da gülüşünün manasını tam bir kasıt haline getiriyordu: "Ne bileyim ben? .. " -omuzlarını silkmişti-. "Seferberlik de­diler. Sancak-ı Şerif açıldı dediler, hadi askere dediler, biz de gittik. Padişahım çok yaşa diye bağırdık. Sonra toplar, tüfekler patladı. Boyuna yürüdük. koştuk, süründük, sindik, saldırdık, ikide bir süngüleştik. Kiminde kazanmışız, ilerliyormuşuz, ki­minde gerilermişiz... Hepsinde de ölen tam ölüyor, kalanlanrınsa kimi tam, kimi de yarımyamalak kalıyordu. Sonunda harp bitti, yenildik dediler. "
568 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.