Yokluğun birilerinin varlığına tesir etmesi gerekir. Etmiyorsa, kimse için önemli olmamışsın, kimsenin hayatında boşluk hissedilecek bir yer dolduramamışsın demektir bu. Uçsuz bucaksız bir yalnızlığın orta yerinde yaşamışsın demektir.
Şüphenin gölgesi düşmüşse yüreğe, vefasızlık vurmuşsa insanı ve dostluğa adanmışsa duygular, kim kendisine, "Görmezden gel, bir defa daha hatırla hoşgörünün varlığını!" diyebilir ki?
Bir başıma yaşamayı hemen hemen öğrendim. Hemen hemen diyorum, çünkü insan tek başına yaşayamaz. Yaşamak sandığı şey kendi küflü, rutubet kokan yalnızlığında içten içe çürümek, azar azar tükenmekten ibaret.
"Gerçeklik ne kadar yalın bir yüzle karşımızda haykırırsa haykırın, biz yine de kendi beklentilerimizi içten içe fısıldadığı yalanlara kulak kesiliyoruz."
"Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksan dokuz güvenmek arasında dağlar kadar fark vardır. Çünkü eksilen yüzde birin nereden eksildiğini bilemezdin ve dünyanın bütün kazıkları o yüzde 'bir' in içine saklanabilirdi. O yüzden yüzde doksan dokuz, yüzde yüze olduğundan daha yakındı yüzde sıfıra."
... Peki biz, yani insanlar nasıl kopabiliriz ki hatıralarımızdan. Sebepsiz acı ve sıkıntı çeken hastalara, batılı doktorların son zamanlarda yazdığı reçetelerden biri şu: Doğup büyüdüğün topraklara gideceksin ve orada bir müddet kalacaksın.