Bir itiraf ile başlıyorum...Geçenlerde üşenmedim, takip ettiğim okur arkadaşlarımın hepsinin profilinden tek tek, hangi Kemal Tahir kitaplarını okumuş olduklarına bakıverdim ki bu benim için çok önemli bir detay... Ve ne yazık ki yarısından fazlasının henüz yazarla tanışıklığı bile olmadığını farkettim, kahroldum... (okunup da işaretlenmemiş olma
Cinayeti gördüm. Ama kitapta cinayet işlenmiyor.
Kitabın yayınladığı tarih 1940. Büyük Harp'in artçı sarsıntılarının üzerine 1929 büyük buhranının tuz biber olmasıyla dünyanın önemli bir kısmında otoriter, faşist yönetimler birer birer işbaşına geliyor. Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, Portekiz'de Salazar koşar adım dünyayı bir karabasana
Romanlar dinlendiği yerdir okurun. Dinlenme dediysek keyif çatma manasında değil. Dünyanın yükünü bir kenara bırakıp uzaklaşma, içine çekilme, rahatsız olduğumuz ne varsa mola verme anlamında kullanıyoruz bu dinlenmeyi. Yeni bir sayfa açmak, önem verdiğimiz bir yazarın dünyasına tanıklık etmek, biraz da onun gözünden bakmak, onun gözüne bakmak.
Balzac’la tanışmam lise dönemime denk gelir. Vadideki Zambak’ın tırt bir çevirisiydi sanırım. Kitabı o zamanlar klasikler arasında olduğu için merak etmiş almış okumaya başlayınca hatırladığım kadarıyla şöyle bir cümleyle karşılaşmıştım;
“Balzac kadınlar ile ilgili şöyle der; ‘Genç kadınları ciddiye almayın, onlar bencildir, onlarda gerçek dostluk
Kahramanımız Kızıl Nehirler' den tanıdığımız Pierre Niémans.
Son görevinde ciddi anlamda yaralanmış ve uzun tedavi sürecinin ardından fiziksel olarak kendine gelmiştir. Tabi psikolojik anlamda iyileşme daha çok zaman alacaktır. Teşkilat, başına buyruk hareket eden Niémans' ı aktif görevlerde görmek istememektedir.
Önce masabaşı birkaç uyduruk
Dişi Kurdun Rüyaları, romanın Türkiye’deki ismidir. Orijinal adı Kıyamat’tır. İdam Yeri, Kader Ağı gibi isimleri de vardır. Nihayetinde bunların hepsi romanın içeriğine uygundur.
1988 yılında neşredilen Dişi Kurdun Rüyaları, büyük Aytmatov'un enfes üslubuyla tezyin ettiği iç içe hikayelerden oluşmakta. Özellikle Akbar ve Taşçaynar'ı anlattığı
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi
"Kızlar okuyun. Okumazsanız, kolunuza takılan üç bilezik, kocanızın ömür boyu ödeyeceği salon takımıyla övünen, çeyizi dünyadaki en değerli eşya sanan bireyler olursunuz. Dışarıda nehir gibi akan bir hayat varken, siz o nehirdeki sabit kaya gibi sürek aynı kalırsınız."
Bir uyarım daha vardır:
"Türk ulusunun en büyük yanlışı, Arap kültürünü din zannetmesidir."
ORTA ASYA’DAN GÜNÜMÜZE
BİR AHLAT POLİSİYESİ
Okumakta olduğunuz kitaba dair incelemeyi, birazdan belirteceğim başlıklar altında yazdım,inceleme okumayı seven okurlara kitap hakkında bir fikir vermekle beraber,kitap da yer verilmemiş ama bana düşündürmüş olduğu konular hakkında da fazla detaya girmeden bilgilendirme ve
Çünkü bu ülkede sanatla, kitapla, kültürle ilgilenen ve daha güzel, daha adil bir dünya yaratmak isteyen milyonlarca kişi, sürek avlarıyla sistemli olarak yok edildi, tutuklandı, hayatın dışına sürüldü.
Bu belgeselde ordu tarafından takip edilen Maya
yerlileri, halklarının maruz kaldığı sürek avını şöyle açıklıyorlardı:
"Bizi öldürüyorlar, çünkü birlikte çalışıyoruz, birlikte yiyoruz, birlikte yaşıyoruz, beraber düş görüyoruz."
12 Eylül, kralın askerlerinin mesaiye başladıkları ilk gündü. Epeydir hazırlandıkları belliydi. Ormanda sürek avına çıkmış gibi kovaladılar hepimizi. Köpekleri ve silahlarıyla. Arkada kalanlarımızı, ayağı takılanları, yorulanları birer birer vurdular. Zalim bir sakinlikle. Kaçamayanlarımızı sıkıştırıp bir köşeye, canlı yakaladılar. Zincir, demir, sopa ve kablolarıyla kendi alçaklık sınırlarını test ettiler.
Sağ kalanların daha sonra anlattığı binlerce hikâyeden biri de Avanoslu bir kardeşimindi:
“... Kaçıncı gündü hatırlamıyorum. Falaka ve dayaktan sonra kaldırıp başka bir odaya aldılar. Üzerimdeki her şeyi çıkarmamı istediler. Sonra buz gibi bir suyla yıkadılar. Soğuktan uyuşmuştum. Hemen arkasından da elektrikli işkenceye geçtiler. Odada başka biri daha var. Tanıyorum çocuğu. Ürgüplü. Onu da soymuşlar. Her ikimizin de cinsel organına kabloları bağladılar. Açık uçlu diğer kabloyu da avucumuzun içine yerleştirdiler. Manyetoyla elektrik verecekler. Ne yapacağımızı da baştan tembihlediler. Elektriği verdiklerinde ben “aaa” diye bağıracaktım, arkadaşıma sıra geldiğinde o da “iii” diye bağıracaktı.
Bizi anırtacaklardı yani.”
Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur.
Yapıp ettikleri her şey, arkadaşlarımın namuslu avuçlarında kayboldu gitti işte.
Şimdi onlara, bir baykuş gibi tünedikleri sandalyelerinde, susarak kurtulacaklarını zannettikleri bir vicdan ve bitirmeye çalıştıkları zavallı bir ömür kaldı.
"o yanlış evlenip çabuk ayrılan kızlar
her gece uykusuzluk her sabah zorluk
mutluluk size uzak ne desem yalan kızlar
iş güç dağdağası büyütülecek çocuk
yaşamaya vakit yok
ah kızlar
aman kızlar
her yerde yadırganır çevresi ona soğuk
yalnızlıktan her dakika kırılan kızlar
bir çoğu umutsuz birazı aksi birazı uçuk
her sözü her bakışı tartışılan kızlar
erkeklere sürek avı kadınlara korkuluk
ah kızlar aman kızlar !
ulan kızlar !
ulan kızlar ! "
ışıklarla oynamayın / dedim ben size
yararı yok karanlıkta sürek avının
dedim ben size
yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların
tutanaklar yanlış yazar
dedim ben size
Hasan Hüseyin Korkmazgil