Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
çok anlamlı :)
Bir gün ermişlerden birine sormuşlar: “Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır?” “Bakın göstereyim” demiş, ermiş.Bir sofra hazırlamış. Bu sofraya sevgiyi dilinden düşürmeyen ama dilden gönüle indirmeyen kişileri çağırmışlar. Hepsi yerlerine oturmuşlar.Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da “derviş kaşığı” denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.Ermiş: “Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir şart koşmuş. “Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.”“Peki” demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse, çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, çorbadan vazgeçmişler. Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan. Onlar sofradan kalktıktan sonra, ermiş: “Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya” demiş.Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya.Ermiş: “Buyrun bakalım” deyince de, her biri uzun saplı kaşığım çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak, şükür içinde sofradan kalkmışlar.“İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki hayat pazarında alan değil, her zaman veren kazançlıdır. "
Uzun ama anlamlı;
―Kişilerin Allah‘a daha yakın olma maksadıyla Allah‘tan başkalarına yönelmeleri, onlara duâ etmeleri, kendileri ile Allah arasında vasıta tayin etmeleri, dilek ve isteklerini Allah‘a değil de bu vasıtalara yöneltmeleri bugün karşılaştığımız bariz şirk çeşitlerindendir. Bu gün kimi insanlar kabir ve türbelere giderek oralardan dilekte bulunmakta; zengin olmak, iş kurmak, okul kazanmak, çocuk sahibi olmak veya hastalıklardan kurtulmak için isteklerini o türbe ve kabir de yatanlara sunmaktadırlar. Kimileri de zorda kaldığında Yetiş ya Rab!‘ diyecekleri yerde: Yetiş ya şeyh! Yardım ya fulan!‘ demekte, sıkıntı ve maruzatlarını onlara arz etmektedirler. Bizler, sünnet namazlarını da hesaba katarak günde tam kırk kez İyyake na'budu ve iyâke nes'in demekteyiz. Yani Allah‘ım! İbadetlerimin tümü sanadır. Namazım, orucum, secdem, kıyamım, duâ ve isteklerim hepsi senin içindir. Senden başkası bunları hak edemez. Yardımı ancak senden dileriz. Zaten senden başkası da buna güç yetiremez‘ demekteyiz. İşte Fatiha Sûresini okurken tam kırk defa‘ Allah‘a böyle yakarıyoruz. Günde kırk kez böyle deyip sonra da O‘ndan başkasından yardım ve medet bekleyenler acaba yalan söylemiş olmazlar mı?
Sayfa 33 - Neda KitabeviKitabı okudu
Reklam
Uzun satırlar ama kesmek istemedim bu kadar anlamlı sözleri...
"Kur'an'ı okudukça her an küçük dilimi yutacak gibi oluyordum. Botanik, astronomi, fizik, kısacası her şeyi anlatıyordu Kur'an. O kadar detaylıydı ki her şey, bir bebeğin doğum evrelerinin anlatıldığı bölüm bile okumuştum. Bilimin yeterli olmadığı bir devirde, bin dört yüz yıl önce, bir insan çıkarak bu belagatle her konuyu kusursuzca ele alamazdı. Mutlaka bir açık bulunur, bu kadar sene içinde yalanlanırdı, alay konusu yapılırdı. Hem bu kitap gücünü bir insandan alsa, kendini bunca yıl nasıl koruyabilirdi? Hristiyanlığın bile birçok farklı baskısı varken. Önüne gelen İncil basarken, Kur'an'ın sözleri her kaynakta aynıydı. Diş temizliğimizi nasıl yapacağımızdan, tırnaklarımızı nasıl kesmemiz gerektiğine kadar, hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini detaylıca anlatıyordu bu din. Bir insan tüm bu tavsiyeleri uygulasa hayatı çok kolaylaşırdı."
uzun zaman sonra okuduğum en anlamlı şey
Örneğin Ahmet isminde oğlu olan bir kadın, eşinden bahsederken “Ahmet’in babası” diyor. Çerkezlere bu adetlerin nedenini sorduğunuzda, kendilerine öğretildiği gibi, “Saygı.” diyor, sırf böyle söyledikleri için, böyle yapmalarının saygıyla herhangi bir ilgisi olabileceğine gerçekten de inanıyorlar. Halbuki dünyada herhangi birinin
Sayfa 25
+1
Öğrendiğim onca şeyden sonra, zamanda geriye gidip tam buracıkta ilk hapını yutmadan önce ergen halimle konuşabilseydim ona ne derdim, diye düşündüm. O gence çektiği sıkıntı hakkında daha dürüst bir hikâye anlatmaya çalışırdım, diye umuyorum. Bugüne kadar sana anlatılanlar yanlış, derdim. Tüm antidepresanların kötü olduğu anlamına gelmiyor bu:
Kaçıngan bağlanma stiline sahip Susan kendini özgür ruh olarak tanımlıyor. Erkeklerle ilişki kuruyor -bazen bir yıldan da uzun- ama sonunda onlardan yoruluyor ve bir sonraki hedefe ilerliyor. Sürekli olarak, ardından "kırık kalplerden bir yol" bıraktığı şakasını yapıyor. İhtiyaç duymayı zayıflık olarak değerlendiriyor, partnerine bağımlı olanlanı küçümsüyor ve bu tür durumlarla "hapis hayatı" diyerek dalga geçiyor. Susan ve diğer kaçıngan bağlanma stilindeki insanlar, değer verdikleri biriyle anlamlı bir bağ kurma ihtiyacından yoksunlar mı? Eğer öyleyse bu, bağlanma teorisinin temeli olan fikirle -eş ya da sevgilinin, duygusal ve fiziksel varlığına ihtiyaç duymanın evrensel olması- çelişmiyor mu? Bu soruları yanıtlamak kolay değil. Kaçınganların içi dışı bir değildir pek ve duygularını ifade etmek yerine bastırma eğilimindedirler.
Sayfa 107Kitabı okudu
Reklam
Dostoyevski burada kendinden bahsetmiştir.
Bu beş dakikanın kendisine, sınırsız bir süre, devasa bir zenginlik gibi göründüğünü söylemişti. Bu beş dakika ona öyle uzun bir yaşam süresi gibi gelmiş ki son anını şimdiden düşünmeye gerek duymamıştı.(...) Az sonra kesinlikle gelecek olan bu yeniye, belirsizliğe duyduğu tiksinti korkunç boyutlardaymış; ama söylediğine göre, ona asıl acı veren, bütün bu süre için sürekli:"Ölmeseydim ne olurdu! Ne olurdu yaşamım bana geri verilseydi! Yaşam: Ne büyük bir sonsuzluk! Ve hepsi benim olurdu! O zaman her dakikayı yüzyıla dönüştürür, bir anı bile boşa harcamaz, her dakikayı tam olarak hesaplayarak değerlendiririm, anlamlı kılardım!" Diye düşünmek olmuş. Anlattıklarına bakılırsa, sonuçta bu düşünceler beynini öyle bir kemirmeye başlamış ki düpedüz kine dönüşmüş ve bir an önce vurularak ölmek için can atmış.
Çok anlamlı ama
Bir uzun taşlıktı gözlerin yahudi evleri gibi...
Anneme bakılacak olursa, Mustafa Kemal, kişisel yaşamında yalnız ve mutsuz bir insandı. Yakın çevresinin içtenliğine de tam bir güven duyamıyordu. Annem, son yıllarında küçük Ülkü'ye bağlanmasını çok anlamlı bulurdu bu açıdan. Çünkü beş yaşında bir çocuğun ona dalkavukluk etmesi söz konusu olamazdı. Onun sevgisine güvenebilirdi hiç olmazsa. Mustafa Kemal çok küçükken yatılı askeri okula verilmiş, anne sevgisinden yoksun kalmıştı. Afet Hanım dışında, hiçbir kadınla uzun süren mutlu bir ilişki kuramamıştı. Evliliğinin bir fiyaskoyla sonuçlanması, kendi kabahatinden çok Latife Hanımın kabahatiydi anneme göre. Avrupa uygarlığına dönük, yabancı diller bilen bir kızla evlenmek istemişti. Gerçi Latife Hanım yabancı diller biliyormuş ama, davranışları hiç de uygar değilmiş anneme bakılacak olursa. Aklın alamayacağı kadar kıskanç ve hırçınmış. Değil Mustafa Kemal gibi birinin, en sıradan bir erkeğin bile tahammül edemeyeceği kıskançlık sahneleri yapar, herkesin önünde hırçınlığını gözler önüne serermiş. Örneğin odaya dalıp, "Kemal, gene mi içiyorsun?" ya da "Kemal, gene mi poker oynuyorsun?" diye bağırırmış.
Sayfa 164Kitabı okudu
Uzun ama çok anlamlı
Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yanyana olmak, kendi var oluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi var oluşum. Her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.
Reklam
"Pars benimle birlikte sekiz yıkıcı olduğundan bahsetti. Neden kafayı bana takmış durumdasınız?" Uzun uzun ve anlamlı bir şekilde bakarken yaklaştı. Bir kez dudaklarını yalayıp benim dudaklarıma yanlızca milimetreler kala durdu. "Sekiz tane gezegen var güzelim ama yalnızca bir tanesinde hayat var."
Ephesus YayınlarıKitabı okudu
Uzun bir alıntı ama çok anlamlı lütfen sonuna kadar okuyun.
Uzun yıllar, benliğimin hangi gizli köşesinde yaşamış bilemem, ama yaşamış yaşlı kadın ve onun gençlik hali; günlerin peçesi saklamış onları, somuta ve sıradan olana ayarlanmış gözlerimden. Şimdi zamana hükmedecek, ona bir şekil verecek, gücüm yok. Günlerin, ayların, mevsimlerin sınırları eriyor... Sular nasıl aşındırırsa kayaları ve katarsa onları dibi ölçülemeyen okyanusa, işte öyle günler, aylar, mevsimler insanların biçtiği gömleklerinden sıyrılıp derin ve büyük zamanın içinde eriyorlar ve ben kıyıda bekliyorum, senin beklediğin gibi, suların beni almasını. Gelmeyen mektubu, dönmeyen sevgiliyi beklediğin gibi... Kalkıversene yerinden... Yürüyüp gitsene... Güneş kızıllığını yitirmeden, yolculuklar sana el ederken, kaslarında henüz güç varken... Bir kez olsun 'hayır!' desene... O çaresiz bekleyişin nasıl bir deneyim olduğunu ancak şimdi kavrayabiliyorum; senin yaşlılık yaşına ulaştığımda. En büyük gerçek, ayrılıktır; bütün ıstıraplar ondan kaynaklanır; seni anımsıyor ve ancak anlıyorum; ancak şimdi, hayatımın belkemiğini oluşturan çocuklukları, hayatımdan yetişkinliğe uğurladıktan sonra... Bilir misin ne demiştir Tarık Dursun K? "Çocuklarımızın çocukluğu, hayatımızın konuğudur." Konuklar gitti ve ben kötürüm ruhumla, okyanusun kıyısında bekliyorum, gelmeyen mektubu; dinliyorum çalmayan telefonu, istiyorum suların beni almasını... ve seni anlıyorum...
Biraz uzun ama anlamlı.
Hizmetkarlar getirecekken ellerinden almış ve Hüdayi gibi bir gönül sultanına hizmet etmeyi kendine bir lütuf bilmişti. Hem biraz da merak etmişti herkesin hürmetle andığı, cihan sultanı oğlunun hocam dediği Hüdâyî'yi. Yüzü yaşmaklı hâlde girdi içeri. Sultan Ahmed ibriği aldı validesinin elinden ve abdest için bekleyen Hüdâyî'nin ellerine dökmeye başladı. Hüdâyî aşk ile abdest alıyor. Tenine değdikçe sanki su yanıyordu. Abdesti bitmişti ve Valide Sultan ardında durduğu Hüdâyî'ye uzattı havluyu. Lakin içinde bir merak vardı ve kendi kendine; "Şeyh hazretleri bir keramet gösterse de görsem" diye geçiriyordu içinden. Başını ardını hiç çevirmeden konuşmaya başladı Hüdâyî. Biraz kendine gelmiş, abdest ile ferahlamıştı; "Ne tuhaf Sultanım" dedi Sultan Ahmed'in yüzüne bakarak "Ne tuhaf! Bazıları bizden keramet beklerler de gördüklerini fark etmezler. Zira cihanın sultanı abdest suyumuzu döküyor, validesi havlu tutuyor bize."
Sayfa 232Kitabı okudu
İnsan bazen akıl dışı düşler görür ve sabah uyandığında şaşıp kalır. Mantığınız sizi yarı yolda bırakmamış olduğundan, bunlardan kurnazca kurtulmaya çalışırsınız. Sizi terk etmeyen mantığınız, düşlerinizi dolduran saçmalıkları kabullenince artık bunları doğal bulmaya başlarsınız. Mantığınızın size çıkış yollarını göstermesine aldırmazsınız. Uyku durumundan gerçek yaşama dönerken, düşünüzde bazı şeylerin çözümsüz kaldığını fark edersiniz. Bazen bu duygu bütün benliğinizi sarar. Düşünüzün anlamsızlığına gülersiniz, ama bunda bir düşüncenin gizli olduğunu sezersiniz. Bu düşünce gerçektir ve yaşantınızla doğrudan ilgilidir. Sürekli içinizde yaşamıştır. Düşünüzde gördükleriniz size, uzun zamandır beklediğiniz, yeni ve derin anlamlı bir şeyler söylemek istiyor gibidir. Fakat bunun anlamını çözemezsiniz.
...Neler dediğini anımsayamıyorum, ama anlamlı diyebileceğim sözleri şu cümleden daha uzun değildi: "Kardeşler, neler oluyor? İşler hep böyle mi gidecek?"...
Sayfa 653Kitabı okudu
577 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.