Bağımsızlığımızın Timsali olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!
* * *
“Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız.” 1923, Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Fetret Devri, on bir yıl gibi oldukça uzun sürmesine rağmen, dikkate değer bir konudur ki, Osmanlı’ya karşı, yeni fethedilen Avrupa topraklarından hiçbir ayaklanma olmamıştır.
Sefiller kitabını neden okumalısınız?
- Bir Fransız klasiği olduğu için mi?
- Bir dönem romanı olduğu için mi?
- İçe işleyen çok acıklı bir kurgusu olduğu için mi?
-
Ebru Ince önderliğinde sitedeki bir grup insan bu kitabı okuduğu için mi?
- Bir tuğla bitirmenin verdiği keyif için mi?
Size 1630 sayfalık sefaletin içime
Eğitim kavramı literatürde, "bireyi topluma yararlı hale getirme süreci", "bireyde davranış değiştirme süreci" veya "bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ksıtlı ve istendik davranış değişikliği oluşturma süreci" olarak açıklanabilmektedir. Fakat öğretmen ve adaylarının düşünce ve görüşlerine uygun olarak
Aleksandr Sergeyevic Griboyedov, 1795 yılında Moskova’da dünyaya gelmiş, önemli bir Rus şairi, oyun yazarı ve diplomattır. Dostu ve adaşı Aleksandr Sergeyevic Puşkin ile aynı dönemde yaşamıştır.
Kendisi de Puşkin ve diğer ünlü Rus yazar Lermantov gibi ne yazıkki trajik bir şekilde öldürülmüştür. Puşkin ve Lermantov bir düello sonucu
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş
Kendisinden sonra yazılan birçok tarihi roman ve klasiğe ilham kaynağı olmuş, İtalyan edebiyatının başyapıtlarından Nişanlılar, ilk kez 1834’te yayımlanmış. 17.yy’ın başlarında, Lombardiya bölgesinde bir köyde yaşayan iki gencin kavuşamama hikayesi çevresinde muazzam bir düzen eleştirisi aslında kitap. Dönemin ruhban sınıfını, bürokrasisini, yönetici sınıfını, politikacılarını, adalet sistemini eleştiriyor Manzoni ve yarı-feodal düzende ezilen halkı anlatıyor. O dönemde yaşanan kıtlık, ayaklanma ve yaşadığımız dönemle de korkunç benzerlikler gösteren (dört yüzyıl geçmiş olmasına rağmen çok fazla şeyin değişmediğini görmek sarsıcıydı) veba salgınına da tanıklık ediyoruz. Bu tarihi arka plan ve toplumsal eleştiriler, kitabı okurken yer yer Victor Hugo’nun Sefiller’ini, yer yer Stendhal’in Kırmızı ve Siyah’ını anımsattı bana. Kitabın adı yanıltıcı, kurgu kesinlikle salt bir aşk ekseninde ilerlemiyor hatta iki gencin hikayesi bu uzun kurguda oldukça az bir kısımda yer alıyor diyebiliriz, kalan kısımlarda değişik kesimlerden karakterlerin her biri diğerinden zengin hikayesini okuyor ve bu hikayeler üzerinden Manzoni’nin çizdiği toplumsal panoramayı seyrediyoruz. Oldukça akıcı, sürükleyici (özellikle ilk çeyreği soluksuz okudum) ve bayılarak okuduğum bir kitap oldu. Klasiklerden hoşlanan herkese muhakkak tavsiye ederim. En sevdiğim klasikler arasında yerini aldı. Ben Literatür Yayınları’ndan okudum, şu an İletişim Yayınları basıyor aynı çeviriyi, daha özenli bir redaksiyonla.
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş
Tartışmasız Karl Marx dünyayı sarsan, burjuvaziye bile kendini sorgulatan bir isimdir. Yaşadığı 1818-1883 yılları arasındaki 65 yıllık hayatında oluşturduğu teoriler birden aklına esmemiştir. Yaşadığı çağ, devrimler çağıdır. Her yıl bir yerlerde ayaklanma, isyan olmuş; bunlar askerlerin, polislerin bölgeye gönderilip halka ateş açmasıyla son
Squealer, pazar sabahları, ayağıyla tuttuğu uzun bir kâğıt parçasından birtakım rakamlar okuyarak, çeşitli gıda maddelerinin üretiminin yüzde iki yüz, yüzde üç yüz, yüzde beş yüz arttığını açıklıyordu. Hayvanlar, Ayaklanma'dan önceki koşulları artık doğru dürüst anımsamadıklarından, ona inanmamak için bir neden göremiyorlardı. Ama gene de, öyle günler oluyordu ki, daha az rakam dinleyip daha çok yemek yiyeceğimiz günleri ne zaman göreceğiz, diye düşünmeden edemiyorlardı.
Raymond Kevorkian Fransa’da doğmuş bir Ermeni tarihçi. Okuduğum bu kitabı, döneme ilişkin okuduğum tüm eserlerin içinde, Ermeni olaylarını en başından sonuna kadar belgelere ve dönemdeki diğer gelişmelere de yer vererek anlatan en kapsamlı eser. Bir tarih kitabı bu; 1.200 sayfalık bitmez tükenmez araştırma hiç de kolay okunmuyor. Ama benim gibi
Burada baktığınızda kitap hakkında çok kaliteli,başarılı ve detaylı incelemelerde bulunulmuş. Hepsini de tek tek okudum, o yüzden uzun uzadıya yazma niyetinde değilim, şöyle bir araştırın bakın.
Dili ağırdır deyip ertelediğim bir kitap her şeyi, bütün düzeni, bütün yozlaşmayı o kadar basit anlatmış ki, apaçık gözler önünde ve çok kolay anlaşılır bir şekilde.
Komünizmin yanıltıcılığına dem vuruyor. Komünizm; herkesin eşit haklarda yaşaması gerektiğini öne sürer fakat bu ütopiktir. Herkesin eşit olması için verilen ayaklanma, bazılarının daha eşit olmasıyla sonlanıyor.Bu her zaman böyledir.Tarihte her zaman sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen siyah ve beyaz gibi ayrışmaz olarak ilerlemiştir. Tarihte gerçekleşen bütün devrimler hayal kırıklığıyla sonuçlanmış, başlangıçtaki düzenden farklı bir düzen sunmamışlardır. Ezilen ve ezen değişse de bu düzen son bulmayacaktır. Kitapta da gösterildiği gibi dönemin Rusya’sında Çar II. Nicolas’dan bıkan halk, çareyi Lenin ve komünist fikirlerinde bulmuşlardır fakat değişen tek şey lider olmuştur. Toplumsal düzenin özeti şu cümledir; Bütün hayvanlar eşittir,bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.
Hayvan ÇiftliğiGeorge Orwell · Can Yayınları · 2020246,5bin okunma
"...dinlenip de uykusunu alamamış yorgun insanlar..."
'Ana'yı okurken Rusya'nın keskin ve acı soğuğunu; o soğuktan sonra titreyen bacaklar ile tek odalı köy evindeki semaver çayı ile ısınmayı; gri kirli havası, boğuk makine gürültüsü; tütün dumanı ve kokusuyla birlikte fabrika işçilerinin ayaklanma için verdiği mücadeleyi ve yorgunluğunu hissettim; İstanbul'da, şehrin ortasında, yazın en sıcak günlerinden birinde.
'Ana'yı okurken bir ananın evladı için vazgeçebildiklerini; mücadelelerini; katlanabildiklerini; hüzün,gurur ve korkuyu aynı anda hissedebildiğini gördüm; odamda, saat bilmem kaçta, günün birinde.
'Ana'yı okurken soğuk kış gecelerinde uzun yollar yürüdüm; fabrika makinelerinin keskin düdüğü ile sonu yokmuşçasına, karın tokluğuna sömürüldüm, çamurlu meydanlarda öfkeli ve cahil toplumun kavgalarını izledim.
”Ne bite ne de pireye benzer düşünce dediğin. Sıçradığı zaman tutamaz, yürüdüğü zaman alıp ezemezsin parmaklarının arasında."
Not: Bu incelemede dönemin Rusya politikası ve sosyalizmin yükselişi değerlendirmeye alınmamış, yalnızca toplumun sosyolojik yapısı incelenmiştir.