Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Yaşayan ölüler, körler..
... Bana öyle geliyor ki biz şimdiden ölmüş sayılırız, körüz çünkü ölüyüz ya da bunu başka biçimde söylememi istersen, ölüyüz çünkü körüz, ikisi de aynı kapıya çıkıyor.. ...
Bu kapının öte yanında aydınlık, hür bir dünya vardı; insanlar, bütün insanlar gibi yaşarlardı. Ama duvarın bu yanındakiler için o dünya yalnızca bir masaldı. Burada bambaşka, hiçbir yerdekine benzemeyen bir âlem vardı; kendine has kanunları, elbiseleri, ahlak ve âdetleri olan bir yaşayan ölüler evi; hiçbir yerde olmayan bambaşka bir hayat ve bambaşka insanlar.
Reklam
Sonra bütün o ölüler, şimdiye kadar sandığı gibi kendisinden o kadar başka başka insanlar mı idi? İnsan ruhu o şekilde yaratılmıştır ki; eşyanın dışında dolaşıp kalmazsak her şeyi benimseyebiliriz. İşte senelerdir ki; sımsıkı kapalı bir kapının önünde tepinen bir çocuk gibiydi. Şimdi ise her şey değişmişti. Bütün hayat kendisine açılıyordu. Evet bu ölüler kendisinden çok ayrı, çok başka şeyler değildi. Onların hepsi ömür dediğimiz o çeşitli kumaşı kendi içlerinden kopan bir şeyle dokumuşlar. Hepsi sevmişler, ayrılmışlar, mahzun bir yalnızlığa bir anne memesi gibi zaman zaman asılmışlar, gurbeti, ıstırabı, anlaşılmamazlığı, sevginin sıcaklığını tatmışlardı. Bütün bunlar her insanda o kadar bir olan şeylerdi ki bizden evvelkileri anlamak için kendi hayatımızı şuurla yaşamak yeterdi. Sade ölüler mi, yaşayanları da ancak bu suretle anlayabilirdik, "Onları kendimizden ayırmamız neden sanki? Niçin her canlı mahlukla bir duvar arkasından konuşmağa çalışıyoruz. Eşyaya bile geçirdiğimiz o sıcaklığı insanoğlundan esirgiyoruz? Hatta asıl olan yaşayan ve duyanla birleşmek değil midir?"
Sayfa 307 - DergâhKitabı okuyor
Bu kapının öte yanında aydınlık, hür bir dünya vardı; insanlar, bütün insanlar gibi yaşarlardı. Ama duvarın bu yanındakiler için o dünya yalnızca bir masaldı. Burada bambaşka, hiçbir yerdekine benzemeyen bir âlem vardı; kendine has kanunları, elbiseleri, ahlak ve âdetleri olan bir yaşayan ölüler evi; hiçbir yerde olmayan bambaşka bir hayat ve bambaşka insanlar.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
"Birbirlerini anladıkları dilde konuşan adamların basit sözlerle halledemeyeceği bir münakaşa yoktur.”
Bundan böyle insanlığın parolası bu olacak işte. Hiç kimsenin kişiliği olmayacak. Aptallar! Birbirinin aynısı, ama birbirinden farklı olduğunu düşünen aptallar yığını, yaşayan ölüler!
Sayfa 48 - Prof KitapKitabı okudu
Reklam
Aslına bakmak gerekirse yaşayan insanlardan hem daha canlı hem de daha fazla yaşam gücü aktaran ölüler vardır.
Sayfa 222Kitabı okudu
Evet, o, hikâyelerini yaşayarak yazıyordu. Aziz Nesin’in dediği gibi: “İşin doğrusu şudur ki, Sabahattin Ali hikâye yazmak için yaşayan bir adamdı. Bütün hayatı parça parça hikâyelerdir. İşte bunun için mücadele eder, bunun için gizlenir, bunun için kaçardı.
Elemin ve anlamın olmadığı bir dünyada hepimiz yaşayan ölüler olacağız. 'Mutluluk ve mutsuzluk beraber büyüyen ikizlerdir’ demişti Nietzsche. Mutsuzluğa hazırlanmadan mutluluğa da sahip olamayız.
Sayfa 42
İyiye Davet
İbni Mesud (r.a)'a, "Yaşayan ölüler kimlerdir?" diye sorulduğunda o şöyle cevap vermiştir: "İyiyi iyi olarak bilmeyen; kötülüğü de kötülük olarak bilmeyenlerdir."
Sayfa 202Kitabı okudu
Reklam
aptallar yığını, yaşayan ölüler!
Daha ne kadar zaman halk hasat kaldıracak bizim için? Bir çok gemi daha ne kadar zaman bir tek masayı donatan yiyecekleri, hem de birçok denizden taşıyıp getirecek? Birkaç dönümlük bir otlak bir boğayı doyurur, bir orman birçok file yeter; gelgelelim insan, hem toprak hem deniz ürünleriyle doldurur midesini. Nasıl bir şey bu? Yoksa doğa insana pek zayıf bir beden verdiği halde, o çok iri çok obur hayvanların açgözlülüğünden geri kalmayalım diye mi bu kadar pis bir boğaz vermiştir? Hiç sanmam çünkü doğa için gerekli olan, ne kadar az bir şeydir aslında. Doğa az bir şeyle savruşturulur. Aç midemiz değil, açgözlülüğümüz bizim için pahalıya mal olur. O halde Sallustius'un dediği gibi, midelerinin kölesi olan kimseleri insan yerine değil de, hayvan yerine koyalım; hatta hayvan yerine bile değil, ölüler arasına koyalım sırasına koyalım. Çünkü yaşayan insan, birçoklarına yararlı olan insandır, kendisinden yararlanan insandır. Bir köşeye çekilip uyuşuk kalanlar, evlerinde mezarda gibi yaşarlar. Bu kimselerin kapılarındaki mermere şöyle yazsan yeridir: ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMÜŞLER!!!
Bir sürü insan toprağın altında. Acaba altında bir ölünün bulunmadığı tek karış var mıdır dünyada? Yoktur zannediyorum. Ölüler dirilerden fazla, lakin yaşayan insan dünya onun zannediyor. Yani ne büyük gaflet içinde yaşıyoruz biz. Dünyayı bizim sanıyoruz. Her ölen ölmeyeceğini zannediyor belki de. Oysa hep toprağın altında dedelerimiz. Ve sanki bir mezar taşına yazılmak için konmuş isimlerimiz...
Sade ölüler mi, yaşayanları da ancak bu suretle anlayabilirdik, "Onları kendimizden ayırmamız neden sanki? Niçin her canlı mahlukla bir duvar arkasından konuşmağa çalışıyoruz. Eşyaya bile geçirdiğimiz o sıcaklığı insanoğlundan esirgiyoruz? Hatta asıl olan yaşayan ve duyanla birleşmek değil midir?"
"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı. Sevdiği kadın, aşkı uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak sessiz kalmayı seçen, yeryüzünün en onursuz erkeği. Erkeklerin yüz karası. Aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen, sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına, 'Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,' yazılan Saray Başyazmanı Patasana."
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.