Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kadın aşk doğuruyor ve sen onun için isim seçiyorsun. O acı çekiyor ve sen kız çocuğu olmasından endişe ediyorsun. O uykusuzluk çekiyor ve sen cennet hurilerinin rüyasını görüyorsun. O anne oluyor ve her yerde şunu soruyorlar; Babanın adı ne?
"Bana "Kimi seviyorsun? İsmini söyle," dediklerinde, "Hava" diyorum, "Su" diyorum, bazen "Gökkuşağı ," diyorum. Adı aklıma şimdi gelmeyen ama bu dünyaya güzellik katan ne varsa hepsinin ismi sen oluyor işte. Bana göre bütün güzellikler sensin Müzeyyen."
Reklam
''Oysa gerçek şudur ki, tüm yaşam tek bir yaşamdır. İlerleme yolunda sadece tek bir oyun vardır. Sadece tek bir ırk, değişik gölgeler vardır. Mutantlar, tanrının adı, tanrının evi, tanrının günü ve tanrının ayini yüzünden tartışırlar. O yeryüzüne inmiş midir ki ? Ona ait öykülerden nasıl anlam çıkarılabilir? Gerçek gerçektir. Sen birinin canını acıtırsan, kendi canını acıtırsın. Birine yardım edersen kendine edersin. KAN VE KEMİK TÜM İNSANLARDA BULUNUR. FARKLI OLAN YÜREK VE NİYETTİR.''
Kimse yokluğunda bunca sevilmedi Kimse yokluğunda ilahlaşmadı bu kadar Saçların böyle daha güzel Sen daha güzelsin Gelecek mutlu günlerin ışığında Her şey daha güzel Ne var ki ayrılığın adı kötüye çıkmış Yoksa bin yıl daha yaşamak isterdim Ve seni bin yıl daha Ayrılıklar içinde sevmek isterdim
Sen Hak Peygambersin şeksiz gümânsız Sana uymayanlar gider imânsız Âşık Yûnus neyler dünyâyı sensiz Adı güzel kendi güzel Muhammed
Peki sen, durup durup denize bakan çocuk, daha ne arıyorsun? Yazılacak her şey senden önce yazıldı, söylenecek her şey söylendi çoktan. Artık her şeyin bir adı var şu dünyada. Ölümün bile bir adı var. Topuklarından, attıkları her adımda kan sızan adamlar geçti bu yollardan. Peki sen çocuk? Dünya hiçbir zaman gökyüzüne yansımayacak, arhk hiç değilse bunu biliyorsun. Sesler gitmiş, bir tek yankıları kalmış geride. Bedeni olmayan seslerin çığlığa dönüşmeyi kurduğu yerlerde sen şarkı söylemek için bekliyorsun. Çocuk, yanılıyorsun.
Reklam
Büyük özlem üzerine
Ey ruhum, sana “bir zamanlar” ve “eskiden” dercesine “bugün” demeyi öğrettim ve bir de dansını tüm Burada, Şurada ve Oradakilerin üzerine etmeyi. Ey ruhum, seni tüm köşelerden kurtardım, tozu, örümcekleri, bulanık ışıkları üstünden aldım. Ey ruhum, seni küçük utançtan ve köşede kalmış erdemden temizledim ve güneşin gözleri önünde çıplak durmaya
Kitap, hayatı bir çekirdeğe benzetiyordu. Çekirdek, adı üzerinde kendi adına var değildi. Kendi varlığını kendinden ibaret bilse ve keyfini bozmamak uğruna kabuğunu hiç çatlatmasaydı, onca toprak altında çürüyüp kalacak ve yok olacaktı. Aksine, kendi kabuğunu kırıp, kendisini bir ağaç adına mahvetmesi, görünüşte aleyhine, gerçekte ise lehine idi. Mahvolduğu için ağaç olarak hayat buluyordu. Kitabın en başındaki “Sen o mağrur seyyahsın,” sözü, yeniden yankılandı böylece. Demek ki, gururum sebebiyle, hayat çekirdeğim etrafındaki kabuk sertleşmiş ve kalınlaşmıştı. Ağaç olma vazifesini unutan bir mağrur çekirdek misali, dört bir yanımı saran dünya toprağına razı olmuş, kendimi sadece bu hayatla yetindirip, ebedi yokluğa ve karanlığa atmıştım.
" Adı aklıma şimdi gelmeyen ama bu dünyaya güzellik katan ne varsa hepsinin ismi sen oluyor işte. Bana göre bütün güzellikler sensin Müzeyyen."
Reklam
“Adı ne bu çiçeğin, biliyor musun sen?” “Ne?” “Unutmabeni çiçeği.” “Unutmabeni mi?” “Evet.” “Neyi unutuyor ki? Zaten küçücük.” “Sevenin, sevdiğini unutma ihtimali bu çiçek kadar küçük olduğu için öyle demişler.”
Sayfa 67 - Ephesus YayınlarıKitabı okudu
Ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye, Çok şeyin adı küçük yazıldı.
İnsanın kendine bakması önemli. Hani ayna olmasa bu mümkün değil ya. İşte büyü burada. Aynada insan kendini tanıyor. Burnunun üzerindeki et benini, benin üzerindeki ağarmış birkaç kılı görüyor, "Ulan yaşlanmışız be!" diyerek meyus oluyor. Veya kasketi yana yıkıp bıyıkları burarak ve de "kimseler görmesin ula" diye işkillenip sağa sola bakınıp azıcık sırıtarak ağzındaki altın dişin parıltısına rastlayınca "Daha çökmedik efendi" diye şişiniyor. Bunların her ikisi de zahir erbabına yakışır. Aslolan ayna camının ardına sürülen sırda. O sır olmasa kendimizi adi bir cam karşısında bulacağız ve hiçbir şey göremeyeceğiz. Sır bize bir kapı aralıyor. İşte diyor, sen busun.
“Sınırın güneyinde, güneşin batısında” dedi. “Güneşin batısında?” “Sibirya histerisi hastalığını duydun mu?” “Hayır.” “Bunu uzun zaman önce bir yerde okumuştum. Belki de ortaokulda. Hangi kitapta okuduğumu bir türlü hatırlayamıyorum. Neyse, Sibirya’da yaşayan çiftçilerin başına geliyor. Söyleyeceklerimi kafanda canlandır şimdi. Sen bir çiftçisin, Sibirya tundrasında tek başına yaşıyorsun. Aralıksız her gün tarlalarını sürüyorsun. Görünürde hiçbir şey yok. Kuzeyde ufuk, doğuda ufuk, güneyde, batıda, hepsinde aynı şey. Her sabah güneş doğduğunda tarlaya çalışmaya gidiyorsun. Güneş tepeye çıktığında öğle arası veriyorsun. Güneş battığında eve yatmaya gidiyorsun.” ... “Kışın evde kalıp ev işleriyle ilgileniyorlar. Bahar geldiğinde tekrar tarlalara dönüyorlar. Sen bu çiftçisin. Hayal et.” “Tamam” dedim. “Ve sonra içinde bir şeyler ölüyor.” “Nasıl yani?” Başını salladı. “Bilmiyorum. Bir şeyler. Her gün güneşin doğuşunu, sonra da batışını izliyorsun ve içinde bir şey yitip gidiyor. Sabanını bir kenara atıp kafan boş bir şekilde batıya doğru yürümeye başlıyorsun. Güneşin batısındaki bir yerlere doğru. Takıntılı biri gibi ara vermeden, yemeden, içmeden yere yığılıp ölene kadar yürümeye devam ediyorsun. İşte bunun adı Sibirya Histerisi.
Doğan Kitap
Eskiden kahır çekmeye tahammül saygı demişler hadi ordan gerçekten
“Kadın: “Bak Muslu,” diyordu, “beni alırken, seni kuşsütüyle beslerim dediydin. Aylarca, yıllarca yolumu beklediydin. Babam beni sana vermiyordu. Muslu, ben babamı, evimi barkımı, kardeşlerimi kodum, sana geldim. On beş yıl oldu anamın babamın yüzünü görmedim. Anam babam sensin, dedim. On beş yılın adı var, Muslu on beş yıldır sen av peşinde gezdin, çifti ben sürdüm, harmanı ben dövdüm, pazara götürüp ben sattım. Sen, on beş yıldır elini ılıktan soğuğa vurmadın. Her kahrı ben çektim. Bak, Muslu, şu ağarmış saçlarıma bak, ben böyle mi olacaktım bu yaşta? Bir güne bir gün de seni koyup gitmek aklıma gelmedi. Kış gecelerinde sen ördek peşindeyken, bir batağa saplanır kalır deyi gözüme uyku girmedi. Sabahlara dek göz kırpmadan seni düşündüm, senin için ağladım... Ya Muslu, Süleymanım öldü. Ölüsünde bile bulunmadın. Dervişim öldü, mezarını bile kazmadın. Tüfeğini aldın, çocuğun ölüsü daha yatakta soğumadan, ava gittin. Gene bağrıma taş bastım. Muslunun canı sıkılmasın deyi bir gün olup bunları yüzüne vurmadım. Muslu, çocuk ölüyor. Uyan, Muslu! Uyan da bana söyle. Ne yapayım, Muslu?”
YKY- e kitapKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.