This is a man's world
(Bu bir erkeğin dünyası)
This is a man's world
(Bu bir erkeğin dünyası)
But it would be nothing
(Ama hiçbir şey olmazdı)
Nothing
(Hiçbir şey olmazdı)
Ilk Mehmed Uzun kitabım yani bir tanışma kitabı benim için "Aşk gibi aydınlık ölüm gibi karanlık "
Derin tarihe girmeden yüzeyde dolaşmak istersem kitap için ne diyebilirim diye sordum kendime "öncelikle " merak duygusu hakimiyeti diyebilirim .. daha erken saate başlasaydım şimdi yatmak zorunda kalmazdım acaba ne olacak diye
Hastalıkların, kürtaj, doğum kontrol uygulamaları ve radyasyonun doğurganlığı azalttığı belirsiz bir gelecek. Hala doğurganlığa sahip kadınların özel bir merkezde toplanarak, askeri teokrasinin görevlendirdiği komutanlara hibe edilmesinin hikayesini okuyoruz. Nesneleşen kadın figürü. Yeni bir şey söylemiyor Atwood, ama yarattığı kurguyla okuru kapana kıstırıp bildiklerimizin üzerinden bir daha geçelim istiyor.
Depresif, rahatsız edici, psikolojik baskı ve şiddetle sarmalanmış bir kurgu. Karakterin anlatıcı olduğu tüm kitaplarda her şeyi onunla birlikte yaşamanın verdiği bir yorgunluk oluyor. Bunda da öyle. Birlikte öfke toplayıp, çaresizlikle sarmalanıp yine de umudu ayakta tutmaya çalışıyor insan. Geçmişi, ailesi, adı, hatta kullandığı kelimeler bile elinden alınan, aidiyet duygusu paramparça edilmiş olan biriyle “neyin umudu” bu ayakta tutulan? Acaba’lardan başka pek bir şey yokken hem de.
Çünkü bu kitapta cesaretten çok korku var, direnişten çok boyun eğme. Feminist distopya etiketiyle öne çıkıyor olması, mücadele etme isteği vermeli gibi bir beklenti doğuruyor. Ama yazarın bir yol gösterme çabası yok. Belki döşemenin üstünde tanınmayan bir kadından kalma şu yazı: “Nolite te bastardes carborundorum.” (O piçlerin seni ezmesine izin verme.)
Çok severek okudum. Devam kitabı Ahitler ‘i en yakın zamanda edinip okumak, hikayenin nereye gittiğini öğrenmek için sabırsızım.
Çeviri:
GİRİŞ
Öncelikle kitabı okumayı düşünenler için birkaç tavsiyede bulunup daha sonra yazara ve kitaba dair fikirlerimi dile getireceğim. Eğer hiç “modernizm” konusu üzerine okuma yapmadıysanız ve sosyoloji ve felsefe konusunda bi birikiminiz olduğuna inanmıyorsanız yanlış kitaba bakıyorsunuz şu anda. Başlangıç kitabı olarak tavsiye edildiyse durum
İnsanları birleştirmenin en iyi yolu, birlikte suç işlemelerini sağlamaktı. Nazi toplumundaki suçluluk toplumu yerine utanç toplumu oluşturarak katliama yapan, susanlar kadar suçludur.
Suç işleyen herkeste aidiyet duygusu olur. I. Dünya Savaşı'nda yenilen Almanya'nın nasıl Nazi toplumuna evrilmesini ve I. Dünya Savaşı'nda Almanya için savaşan Yahudilerin, Nazi toplumu ile birlikte nasıl düşman olarak görülmesi, gözleri önünde öldürülen komşusu öldürülen Ari toplumu sessiz kalarak cinayete ortak olmuştur.
Yediden yetmişe tüm Almanya'nın bu katliama ortaktır.
Eseri okuyunca Atatürk’ün ideolojilerinin diktesi niteliğinde olan bu kitabı neden önerdiğini çok iyi anladım ve Atamızın bir milletten ne beklediğini, devletin nasıl olması gerektiğini, halkın eğitimle nasıl kurtuluşa ereceğini daha iyi kavradım. Kitap yozlaşmış bir milletin (Finlandiya halkının) eğitim, inanç ve emeğin gücüyle nasıl kendini
Tek perdelik bir eser, isimleri olmayan iki karakter ve tek bir odaya ne kadar çok "şey" sığdırılırsa o kadar doldurulmuş bir sahne. Kendimi oyunu izlerken değil oynarken buldum. Bu yüzden bu kadar keyif aldım sanıyorum. Diaologları kuran benim , kapıyı çekip tam çıkacakken üşüyüp geri dönen,intihar etmek isterken yaşama tutunmak için bahane arayan.. Okurken empati kurmadan geçmek mümkün değil.
Edebi okuma şöyle başlar; gecenin ikisinde kış mevsiminde birbirini tanımayan bir kadın ve adam sabahın ışıklarına kadar konuşurlar. Tüm eser bu dialoglar üzerine kuruludur. Yazarımız dialoglarda toplumsal sorunlara , sosyolojik bakış açısı ile ,kadın erkek üzerinden yaftalanan söylemlere bireysel bakış açısı ile bakar. İki bireyin de konuşma açılığı kendi ihtiyaçları doğrultusunda dökülmeye başlar . Kadının kendini anlatma (bir kış gecesi bebeğiyle sokakta kalmış olması) isteği ve adamın yalnızlığının bir an olsun ortadan kalkmış olmasına istinaden aralarında karşılıklı atışmalar devam eder . Eserin arka planında yatan ise toplumsal cinsiyet rollerinde kadın ve erkek rollerinin dağılımı. Kadının ; sevme ,sevilme,beğenilme ve aidiyet duygusu erkeğin; sert, öfkeli ,umursamaz halleri ile ..
Toplumsal sorunlarda bireyin tutumunun gecmisi ile bağlantısı adına ,erkek karakterin çocukken yaşadığı travmatik olaylar sonrası gelişen bu duruşunun altını çiziyor yazar.
Bitmesini istemediğim eserlerden biri oldu keyifle ve bolca altını çizerek okudum.
Zülfü Livaneli'nin 2006 yılında yayımlanan bu kitabının, ilk sayfalarından itibaren, belki hiç hissetmediğiniz hatta belki de görmediğiniz boğazın nemli havası yüzünüze vurmaya başlar.
Osmanlı'dan kalma boğazın inci dizisinden bir tanesinde başlar olaylar. Tıpkı yalı gibi sahibi de Osmanlı'dan kalma bir hanımefendidir: Leyla.
Leyla'nın
En son ne zaman birinin ağzını yüzünü kırasınız geldi ya da ne kadar sıklıkla bu duyguyu yaşıyorsunuz? Örneğin; kahramanımız Malik Solanka gibi bir gece, uyuyan eşinizin başında elinizde bir bıçakla bekleyecek derece gözünüzü döndüren bir öfkeye kapıldınız mı? Daha ilginci, duyduğunuz öfkenin belirsizliğinde hiç kayboldunuz mu? Ya da bilerek
Bir araştırma düşünün ki 75 yıl sürmüş olsun. Tam 75 yıl boyunca 750 kişiyi takip etmişler.
Birbiriyle çok zıt iki grup üstelik.. Bir yarısı Harvard Üniversitesi mezunu, diğer yarısı Boston’un en yoksul mahallerinde yaşayan gençler..
18 yaşında tutmaya başlamışlar kayıtları.
Gençlere sormuşlar, “Hayatta seni en mutlu kılacak şey nedir? “ Çoğunluk
Sadık Hidayet ...İran'da kitaplarinin satisi yasak yazar... İran'ın kendi toplumunu geriye götüren siyasi-sosyal yapısının farkında olan ve bu durumu eleştiren Sadık Hidayet'in herhangi bir yerde aidiyet duygusu hissetmemesi, yalnızlık duygusundan meydana gelen derin boşluk hissi ve karamsarlığın tüm etkileri Kör Baykuş'ta kendisini
Kimseye kendini göstermek zorunda değilsin. Kimseyle yarışmak zorunda değilsin. Elindeki fidanı dik, gönlündeki tohumu toprağa göm. Senin eylemin bu : Erdemli keder. Dünyada çok acı var ve sen geçip gidemiyorsun. Bir el seni çiçekleri diriltmeye zorluyor. Onların direncini senin direncine bağlayan bir yol var. Yok, sen usulca yürü, koşma. Fısılda
Geçmişimizden aşina olduğumuz duyguları uyandıran kişilere çekim hissederiz. Çünkü bilmediğimiz iyi bile olsa korkutucu ve yabancı gelir. Aşina olduğumuz ise kötü bile olsa aidiyet hissi ve sahte bir güven duygusu verir.
Dominik doğumlu Jean Rhys, Charlotte Bronte'nin Jane Eyre'sinin yeniden incelemesi gibi yazarak, romanını İngiliz malikanesinin çatı katında kilitli Jamaikalı deli kadın Bertha'ya odaklandı, sadece bu durumla kalmayıp sömürge ifadelerine de yer verdi. 1966'da yayınlanan Geniş, Geniş Bir Deniz, sömürgecilik, Karayip kültürü, ırk