Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
kronoloji/insanlık tarihindeki bazı önemli olaylar
MÖ Beş Milyon: Bilinen en eski insan benzeri maymun cinsi olan Australopithe- cus Afrika'da ortaya çıktı. MÖ İki Milyon: Homo habilis ve dişisi ellerini kullanarak yonttukları taşlarla aletler yapıyordu ve hâlâ Afrika'dan çıkmamışlardı. MÖ 1,5 Milyon: Meşaleyi homo erectus ve femina erecta devraldı. Gerçekten de ateşi keşfeden ilk
Sayfa 179 - selKitabı okuyor
Oğuz menkıbesi, Uygurca bir metinde,
Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gözü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesinden ilk sütü emdikten sonra, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, lakırdı etmeğe başladı. Kırk günde büyüdü: dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürü­sü güder, beygire
Reklam
DOKUZ - OĞUZ MENKIBESİ
Dokuz - Oğuzlar evvelce, Kumlançu adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada Tuğla ve Selenga adlı iki ırmak akarmış. Bir gece oradaki iki ağacın üstüne, gökten bir nus nütunu indi. Bu ağaçlardan biri sümü yani huş yahut kayın ağacı (bouleau), diğeri kasuk (yani Cihangüşâ’ya göre çamfıstığı, Mahmud-i Kâşgarî’ye göre fındık) ağacı idiler.
Mirac
Hakk'ın, şanlı elçisine büyük bir hüzün gelmişti, Onun, bütün semaları gezeceği gün gelmişti. Akılların ermediği binbir lutuf, binbir nimet Görülecek kutlu gece ermiş idi en nihayet. Ağırlamak üzre onu, o sevgili Peygamber'i, Yere, göğe emir gitti, ne yapılsa vardı yeri. Toprakla su âleminde, hüküm süren kanunlara, "Çalışmayı
'Zeynep Hanım Korkma, Okey! 'Kardeşimle yine yan yana uyuyoruz ama o çadırın dışında, ceset torbasında!' 'Otuz yılım, otuz saniyede gitti!' 'Telefonumun galerisine bakamıyorum; insanların yarısı ölü!' 'Evin en küçük oğluydum artık en büyüğüyüm!' 'Ne oturduğu ev ne de evin içinde o vardı!' 'Şehir ceset kokuyordu!' 'Enkaz dediğimiz bizim evimiz. Enkaza diye evimize gidiyoruz!' 'Yaşamak için yaptığımız evler mezarımız oldu!' 'Önce kardeşimi çıkartın; ölü taklidi yapıyor!' 'Oturduğum yerden apartmanın çatısını görüyorum!' 'Cebimde bisküvi var, enkazdan çıkınca çocuklarıma vereceğim!' 'Lütfen biraz öteye kayın, üstüme basıyorsunuz!"
Gıda fazlasının bir kısmı yeni filizlenen şehir merkezlerine gitti. Buraların nüfusu 1100' de 200 binden 1300' de bir milyona çıktı. Kır­ sal kesimlerin tersine, şehirlerdeki yaşam koşulları iyiye gitmiş gibi görünüyor. Artık lüks mallar da dahil olmak üzere şehirlilerde sa­tışa sunulan mal çeşitliliği artmıştı. Bu eğilim Londra' da
Reklam
- geleceğin dünyası günümüzün dünyasından daha büyüleyici veya ilginçtir. - fikirler-yazılı fikirler-özeldir. öykülerimizi ve düşüncelerimizi nesilden nesile aktarmamızın yoludur. - başka kişilerin yüzlerinin insana kendi yüz ifadesini,içini ürperten en gizli düşüncelerini yansıtması ne kadar nadirdir? - mutluluğunu maske gibi takıyordu. -
Tanrıça İnanna, Gilgameş'e daha Huluppu ağacını kestirdiği zaman göz koymuş­tu. Fakat o sıralarda Tanrıça'nın bir sevgilisi vardı. B ir gün her nedense ona kızmış ve ondan ayrılmıştı. Gilgameş'i, canavarı öl­dürüp elini yıkadıktan ve kendisine eski düzeni verdikten sonra ilk gören Tanrıça İnanna oldu. Çok yakışıklıydı.
Kafkasya bambaşka bir yerdi. Bu coğrafya, Rus yazar ve müzis­yenlere ilham verecek ve onların aracılığıyla bütün Rus milleti­ni ve yaşam tarzını iliklerine kadar etkileyecekti. Rus müziğinin bütün ayrıntılarında, köylülerin söylediği o yalın şarkılarda, ça­tuşka'nın kulakları tırmalayan melodisinde dahi Cengiz Han'la birlikte steplerde
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
Reklam
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
İstanbul'da yüzyıllardır, bir Türk Mutfağı vardır. Evlerde ve aşçı dükkânlarında. 20. yüzyılın ilk yarısında, "restaurant" bilinmezdi. Az bir şey kibar olanların adı "lokanta" idi. Ayrıca her keseye elverişli olan "aşçı dükkânları'nın yüzlercesi - binlercesi, şehrin her yanındaydı. Bu dükkânlara girer girmez, sağda veya solda ateş üstünde, 50 mi desem 60 mu desem, sıcak tencere yemeği bulunurdu. Gelen ne yiyeceğini, gözüyle de seçerdi. Neler bulunmazdı ki!... Dolmalar, sarmalar, haşlamalar, kızartmalar... İstanbullu renkleri bile, yiyeceklere bağlamıştı: patlıcan moru, kavuniçi, vişne çürüğü gibi. Çapkınlık eğilimleri, yemeklere bile sıçramıştı: hanım göbeği, dilber dudağı gibi. Önce, aşçı dükkânları ufuklara doğru çekildi. Kaç tanesi kaldı bilmem. Yemeğin, önce malzemesini hazırlamaktan, sonra hazırlayıp pişirmekten doğan nice emek, bu sevimli ve sevgili yerleri yok etti. Tüketim, kolay yapılan işlere yöneldi. Önce kebaplara, sonra da Amerikan köfteciliği ve İtalyan pizzacılığına... Öte yandan İstanbul'da zaten, insanlar olağanüstü çoğalmış, balık ise hem azalmış, hem de müthiş pahalılaşmıştı. Şehir son 50 yılda, zaten mahşerleşmiş ve kebap istilasına uğramıştı. Bu değişimden de, bir kolaylık doğdu: Artık İstanbul'un tarihi, sadece ikiye ayrılıyor: 1- Kebaptan önce, 2- Kebaptan sonra.
Taşı toprağı altın sanılan İstanbul'un kendi ülkesinin vatandaşları tarafından yeniden işgali, 1950 yılında başladı. O yıla kadar tarihte, Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olarak bile şehir nüfusu, bir milyona varmamıştı. Tarihte ilk kez 1950 yılında bir milyonu aşan nüfus, 1960 yılında iki milyonu, 2000 yılında ise, Büyükçekmece'den Gebze'ye kadar artık bütünleşmiş olan şehirde, 15 milyonu buldu. Kaymakamların, belediyelerin parçalı olmasının hiçbir anlamı yoktur, şehir bütünleşmiştir, öyle işlemektedir.
"Artık aceleye ihtiyaç var," dedi ve birini hemen Şehir'e geri yolladı yardım getirmesi için. Kendisi ise ölmüş olana eğilerek veda etti ve atına atlayarak savaşa gitti.
Sayfa 807 - Metis Yayınları, On Altıncı Basım: Mart 2022Kitabı okudu
Artık gerçek bir şehir haline gelen ada dopdoluydu. Kişi ne isterse bulabilirdi fakat sokakta yürümek cebinde olan bitenden daha pahalıydı. Ufak bir kesimin çok fazla şeyi vardı, bazıları geçinip gidiyordu ama çoğunun hiçbir şeyi yoktu. Birçoğu bıktığı için çekip gitti fakat bir o kadarı da geride kaldı çünkü gitmeye yetecek paraları yoktu. İşler bir kez daha çığırından çıktı.
146 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.