Sabahattin Ali Rüzgar şiirinden
Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Zaman zaman mağlûp olsam bile etime,
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
İşte rüzgâr, şimdi sana sığınıyorum!
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
En asîl şey seni buldum bu kâinatta,
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ne süse, gösterişe bir baktığın vardır.
Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.
Bir dev gibi küçük mızmız sesleri yersin,
Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.
1931 (Atsız Mecmua, s. 2, 1931)
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, fikirleri, demokratlığı, bilgeliği ve gerçek dindarlığı ile çok büyük saygı duyduğum, hatta açık söyleyeyim hayranlık beslediğim bir liderdir. Onun birbirinden değerli eserleri Türkçeye çevrildi ve ben de daha önce bazılarını okumuştum. Son olarak Türkiye’de ‘Köle Olmayacağız’ adıyla neşredilen eserini okuma fırsatı
Gitgide alışıyorum sana....
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar;
Sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
Alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan...
Alışkanlıklar daima korkutur beni...
Düşün ki ben yaşamaya bile
Dün gece eve dönerken köpekler arkamdan havladı.
Bizim mahallenin köpekleri. Bir ikisi de peşime takıldı;
adımlarımı sıklaştırdım. Daha önce onların böyle bir
davranışıyla karşılaşmamıştım; korktum.
Her zaman beni miskin gözlerle süzerlerdi;
fakat aramızda bir gerginlik olduğunu da sezmiyor değildim.
Yalnız ne var ki, uzun sürmüştü bu
Gitgide alışıyorum sana....
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar;
sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan...
Alışkanlıklar daima korkutur beni...
Düşün ki ben yaşamaya bile
"Bu kitapta yer alan şahıs ve mekanların gerçekle alakaları tamdır. Kahramanları hep yanlış ata oynayanlardır. Kediler, kadınlar, muhabbet kuşları, gözyaşları... hepsi sahiden vardır ve bir dönem yaşamışlardır. Şiirden hazetmeyenlet, Grapon Kağıtları'nı yılbaşı ve diğer ehemmiyetli günlerde evi süslemek için kullanabilirler ya da bir ruh
Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu’nda büyümüş, Beyoğlu’nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden… Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi… İnsanın
“Leylâcık,
Bazıları öyledir, okumazlar, ciddî düşünemezler. Gene de aydın olmaktan vazgeçemezler. Hatta aydın kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de olsa, bir müstesnalık bulurlar. Bu, bir toplum derdidir. Ferdi bunlardan ötürü ayıplamak pek doğru ve yerinde olmaz. Bilirsin ki insan, muhitiyle doğru orantılı gelişir,
Üç Bin yıldan daha da önce tabletler halinde yazılmış Dünyanın en eski destanı olduğunu bildiğimiz Gılgamış'ı Cumhuriyet yayınlarından okudum.
Ön Sözünde, Muzaffer Ramazan oğlu, Şöyle diyor: "Almanca, İngilizce ve Fransızca' ya çevrilmiştir. Bu üç dilde çeşitli çevirileri bulunan bu yapıtı, ülkemizin yazın kültürü bakımından yararlı bulduğumdan, ben de Türkçeye çevirdim. Dr. Albert Schott'un da bir çok yerde yanıldığını sezdiğimden çeviri bittikten sonra, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi profesörlerinden üstat Landsberger'e göstermeye uygun buldum." Bu ifadesinden, ardından devam eden yazısından ve eksik tabletlerin mevcudiyetini de dikkate alarak Destan hakkında doğruluğu hakkında bende tereddütler hasıl oldu.
Kitabın Giriş bölümünde ise Prof. Landsberger çok aydınlatıcı bilgiler sunmuş.
Ben okurken hala bu tereddütler den arınamadım.
Birazda kafa karışıklığına uğradım.
Zira bazı yazılım hata, yanlışlıklarının olabileceği hükmüne vardım
Şimdi ise İş Bankası Yayınlarının baskısından okumayı düşünüyorum. Asıl yorumumu daha sonra belirtmek isterim.
Gılgamış DestanıAnonim · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20215bin okunma
Küçükken annem beni uyutmadan önce bana masal anlatırdı. Tabi anlattığı masallar bitince kendisi uydurmaya başlardı. Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde bir Fulden varmış diye başlardı. Tabi bilmiş ben hemen atlar sen masal anlatmıyorsun beni anlatıyorsun diye.
Bu kitabı okurken aklımın bir köşelerinde bu anım canlandı. Yüzümde oluşan
Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor. Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri çaldığım
Sene 2009… Üniversite hayatımın ilk yılları… “Topluma Hizmet Dersi” kapsamında körler okuluna gideceğimiz söylendi. Tam adıyla “Gaziantep GAP Görme Engelliler Ortaokulu”. İlk duyduğum anda gitmek istemedim çünkü dersine gireceğimiz sınıf, görme engellilerden oluşan bir sınıftı. İsteksiz olma sebebim o hüzün dolu duygu dolu atmosferi bünyemin
Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor. Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım. Sevginle aynayım şimdi. Bana bakanlar baştan başa bir sen görecekler içimde.