Öfkenin ya da başka bir duygunun herhangi bir şekilde açığa çıkmasına izin vermemeyi, buna karşın tutkudan azade özgürlüğü en büyük insani hassasiyetle bağdaştırmayı; abartmadan övmeyi ve böbürlenmekzin sağlam bir eğitimden geçmeyi öğrendim.
Arzulardan azade bir zihin güçlü bir kale gibidir. Zira insanın sığınabileceği daha sağlam ve güvenli hiçbir yer yoktur. Bunu anlamayan cahilin tekidir, anlamasına rağmen ona sığınmayansa bedbahttır.
Mümin, havf ve reca arasındadır; peki ya cenneti garantilemiş gibi kaygılarından azade yaşayan bir adam, sana dinden bahsediyorsa, onda ahlak var mıdır?
Bunlara ilaveten bir anlayış farkı da söz konusudur: Vaiz Sterne'ün kitabı, inançsız ruh ile duygulara teslimiyet arasında bir uzlaşmadır, Victoria döneminin edepli koridorlarında Rabelais'ye özgü neşeye duyulan özlemdir.
Diderot'nun romanı, ardan ve otosansürden azade bir özgürlük ve duyguların ardına saklanmayan bir erotizm patlamasıdır.
Öldürülenin hiç sorumluluğu yok değildir öldürülmesinde, soyulanın hiç suçu yok değildir soyulmasında.
Dürüst ve adil olan azade değildir kötünün ettiklerinden. Pirüpak olana bulaşmamış değildir mücrimin pisliği. Evet, suçlu mağdurun kurbanıdır çoğunlukla.
Daha da büyük bir çoğunlukla, suçtan ve suçlanmadan azade olanların yükünü taşır mahkûmlar. Haklıyı haksızdan ve iyiyi kötüden ayıramazsınız…
Çünkü birlikte dururlar güneşin altında, birlikte dokunan siyah ve beyaz iplikler gibi.
Koptuğunda siyah iplik, dokuyucu tümünü elden geçirir kumaşın ve tezgâhı da gözden geçirir hatta.
Eğer varsa aranızda sadakatsiz kadını yargılayacak olan, kocasının yüreğini de tartsın terazide ve ruhunu ölçülerle vursun ölçüye. İnciteni kınayacak olan varsa, incinenin de ruhuna baksın.
Eğer aranızda doğruluk adına cezalandıracak ve kötü ağaca baltayı vuracak olan varsa, köklerine baksın ağacın. Gerçekte iyi ile kötünün, meyve veren ile vermeyenin köklerini sarmaş dolaş görecektir toprağın sessiz bağrında.
Ve siz adil olmaya özenen yargıçlar. Cismen namuslu ama ruhen hırsız olana ne hüküm verirsiniz? Cismen katleden ama ruhen maktul olana ne ceza kesersiniz?
«Sınırlarım olduğuna inanmam zor, durdurulduğuma ve tanımlandığıma. Kendimi havada dağılmış hissediyorum, diğer varlıkların içinde düşünerek, kendimin ötesindeki şeylerde yaşayarak. Kendimi aynada şaşırttığımda korkmuyorum çünkü güzel ya da çirkin olduğumu düşünüyorum. Başka bir yapım olduğunu fark ettiğimden. Kendimi uzun bir süre görmeyince insan olduğumu bile unutuyorum, geçmişimi unutuyorum ve bir amaçtan ve farkındalıktan pek de canlı olmayan bir şey gibi azade oluyorum.»
“Tanrı'ya ulaşmak için bekaretini sürdürmeye çalışanlar iffetsizdir çünkü bir sonuca ulaşmaya, bir şeyler kazanmaya ve sonunda seksin yerine başka bir şey koymaya çalışmaktadırlar; bu da korkudur. Kalplerinde aşk yoktur ve asla saflık da olamaz; ancak temiz bir kalp gerçeğe ulaşabilir. Denetim ve baskı altındaki bir kalp aşkın ne olduğunu bilemez. Eğer alışkanlıkların, duyguların, dinsel, fiziksel ya da psikolojik etkilerin altında ise aşkın ne olduğunu bilemez. Idealist kişi bir taklitçidir ve bu yüzden aşkın ne olduğunu bilemez. O, cömert, kendini hiç düşünmeden verebilen bir kişi olamaz. Ancak akıl ve kalp sıradan duygusal alışkanlıkların korkusundan azade ise, ortada cömertlik ve anlayış varsa, aşk da olur. Böyle bir aşk iffetlidir.“
Genel anlamda ‘kimlik’, özel anlamda ‘ulusal kimlik’ fikri insanlık deneyiminde ‘doğal yollarla’ döllenmemiş, tabii biçimde kuluçkaya yatırılmamıştır. Aynı şekilde, ‘ha yatın apaçık gerçeği’ sayılabilecek bir deneyimden de türe- memiştir. Bu fikir, modern insanın Lebensıaetime (canlılar âlemi, yaşam dünyası) zorla sokulmuş ve bir kurgu olarak ortaya çıkmıştır. Kimlik fikri, tam da kurgu olduğu için ve bu fikrin ima ettikleri, hatırlattıkları veya harekete ge çirdikleriyle status quo ante (insan müdahalesinden azade, mukaddem olgular bütünü) arasında uzandığı acıyla hisse dilen boşluk sayesinde ‘gerçeğe’ dönüşüp ‘verili’ hale gel miştir. ‘Kimlik’fikri aidiyet krizinden ve bu krizin ‘olması gereken’ ile ‘olan’ arasındaki uçurumu kapatmak ve gerçeği bu fikir tarafından oluşturulmuş standartlar seviyesine çek mek için tetiklediği çabadan doğmuştur.
Kendini varoluşsal işlevlerden arındırmış bir insanın tüm dikkati, ilgisi, özeni ise kendine döner. İlgisini kendi benliğine çevirdiğinde, kendini yüceltme süreci başlar ve paradoksal bir biçimde tam da bu anda kendini bir metaya dönüştürür. Çünkü, benliğini yüceltmek için kendisini "pazarlamaya" başlar. Artık yaşam gücünü en fazla kar getirecek yatırım olarak görmekte, "kişilik pazarı"nda yerini almak için çabalamaktadır.
Hayat bu dünya ile sınırlandırılıp ölümle kesintiye uğradığınd,a kar ve sonuçlar da bu dünyada sınırlı hale gelir ve her şeyin mutlaka bu dünyada elde edilmesi hedeflenir. Modern insan kendisini kendisinden, diğer insanlardan ve kainattan koparmıştır. Artık tüm dileği, hünerlerini, bilgisini ve kendisini yani "kişilik paketi"ni alışverişin karlı olmasını isteyen kendisi gibi biriyle mübadele etmektir. Dünyevi uğraşların ilkeleri, fark edilme ve kendini övme, kutsama, tüm kusurlardan azade kılmadır. Yaşamın ilerlemekten başka bir amacı, karlı bir alışverişten başka ilkesi, çoğaltmanın dışında doygunluğu yoktur. Bu karlı alışverişe engel olacak her türlü ilke ve inanç bertaraf edilir.