Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ben hiç bir zaman hiç bir şeyi elde etmek istemedim. Sadece, kendi kendimle baş başa kalmak, kendim olmak istedim.
İnsanlar hayattaki amaçlarının mutlu olmak olduğunu söylediklerinde, aslında mutsuz olduklarını dile getirirler. Mutluluğu bir proje olarak görerek, memnuniyeti ileriki bir zamanda aramış olurlar. Şu an geçip gider ve yavaş yavaş endişe baş göstermeye başlar. Gelecek zamandaki bu ruh durumuna ilerleyişlerinin olaylar nedeniyle kesintiye uğramasından ödleri kopar. Böylece, onları endişelerinden kurtarmayı vadeden felsefeye ve günümüzde psikoterapiye yönelirler. Devaymış gibi görünse de aslında felsefe, iyileştirme iddiasında olduğu rahatsızlığın bir semptomudur. Diğer hayvanlar kendilerini içinde bulundukları durumdan başka tarafa yönlendirme ihtiyacı duymazlar. Mutluluk insanlar için yapay bir ruhsal durumken, kediler için onların doğal halidir. Doğalarına aykırı bir ortamın içinde sıkışıp kalmadıkları sürece, asla kedilerin canı sıkılmaz. Can sıkıntısı kişinin kendisiyle yalnız kalma korkusudur. Kediler kendileri olmaktan mutludurlar, insanlar ise kendilerinden kaçarak mutlu olmaya çalışırlar
Reklam
{ Muvaffak olmak ve yükselmek sırf gayretin meyvesidir;gayret ise iradenin ifadesidir. }
İbni Mes'ud'dan (ra) rivayet edildiğine göre Nebî (sas) şöyle dua ederdi: "Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim." Doğru yoldan sapma tehlikesi bulunmayan Hz. Peygamber, Allah'tan hidâyet dilerse, daima dalalete düşme tehlikesiyle baş başa yaşayan Müslümanların daha fazla hidayet dilemeleri gerekir. Nitekim Fâtiha Sûresi'ndeki "Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet" duası bunu göstermektedir. Hz. Peygamber'in hidâyetin hemen peşinden emirlere uymak, yasaklardan kaçınmak anlamında takvå dilemesi, hidâyetin tezahürünün takva olduğunu göstermektedir. İffet, mübah olmayan şeylerden uzak durmak demektir. Zenginlik anlamına gelen gına burada gönül zenginliği manasınadır. İnsanlardan ve ellerindeki imkânlardan müstağni olmak, şerefli bir hayat ve etkili bir tebliğ hizmeti açılarından son derece önemlidir.
Sayfa 327 - Erkam yayınları
Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba? Peki ya mutsuz olan ve sadece bununla değil bir de tüm toplumun mutluluktan mest olmuş görünmesiyle baş etmek zorunda olan onca insana ne demeli? Görünüşte mutlu olanlar mutluluklarında ısrar ettikçe, mutsuzlar kendileri dışlanmış hissetmezler mi?
ÖZEL (SPESİFİK) FOBİLER Bu tür anksiyete bozukluklarında belirli bir durum ya da nesneye yönelik irrasyonel ve güçlü bir korku yaşanır. Özel fobilerin dört büyük türü vardır. Birçok insan aynı katego­ ri içinde birden fazla fobi yaşayabileceği gibi, birden fazla kategoride farklı fobilere sahip olanlar da vardır. Durum­ sal fobi, bbbi fobi, doğal çevreyle ilgili ve hayvanlarla ilgili fobiler olmak üzere dört ana türde değerlendirilir. Hangi kategoriden olduğu önemli olmaksızın, özel fo­ • biler, benzer belirtiler gösterirler: Bireyin korktuğu nesne ya da durumla karşılaşhğında çok şiddetli korku, panik ve dehşet duygulan Nefes darlığı, çokça terleme, uyuşmuşluk hissi ve baş dönmesi gibi panik atak benzeri belirtiler Korktuğu nesneden kaçmak için günlük hayat düzeni­ ni bozacak derecede çabalar göstermek Bireyin korktuğu nesne ya da durumla bir sonraki kar­ şılaşması hakkında düşünmesi ve bu kaçınılmaz son hakda senaryolar üretmesi
Reklam
Beyaz sessizliğin içinde acı verici düşüncelerle baş-başa olmak iyi değildir.Kasvetli sessizlik merhametlidir, insanı bir örtü gibi kuşatır ve onu binlerce tatlı sözle avutur ama parlak beyaz sessizlik çelik gibi açık ve soğuk göğün altında acımasızdır.
Bir insana tavsiyeler
1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et. 2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter. 3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin. 4. İnsanlığı teknoloji kurtarmayacak. İnsanlar kurtaracak. 5. Gül. Sana yakışıyor. 6. Meraklı ol. Her şeyi sorgula. Şimdinin gerçeği gelecekte bir hikaye olacak sadece. 7.
Sayfa 261Kitabı okudu
Hep yapmak istediğim, ama cesaret edemediğim hata­ları yapmak... panik ataklarım geri gelebilir, ama artık baş edebilirim, çünkü o yüzden bayılmayacağımı, öl­meyeceğimi öğrendim. Yeni arkadaşlar edinmek, bilge olabilmek için deli olmak gerektiğini onlara da öğret­mek isterim. Doğru davranışların el kitabını olduğu gi­bi izlemek yerine kendi yaşamlarını, isteklerini, serü­venlerini keşfetmelerini, YA-ŞA-MA-LA-RI-NI söyler­dim onlara. Katoliklere İncil’den, Müslümanlara Kuran’dan, Yahudilere Tevrat’tan, ateistlere ise Aristo’dan örnekler verirdim. Bir daha asla avukatlık yapmak is­temiyorum, ama deneyimlerimden yararlanarak, bu dünyadaki varlığımızın ne anlama geldiğini bilmiş ki­şiler üstüne konferanslar verebilirim; o insanların yaz­dıkları her şey tek sözcükle özetlenebilir aslında: yaşa­yın. Yaşamasını bilirseniz Tanrı da sizinle birlikte ya­şar. Onun koyduğu riskleri göze alamazsanız, o Tanrı da uzak bir cennete çekilir ve yalnızca felsefî birtakım spekülasyonlara konu olur. Herkes biliyor bunu, ama hiç kimse ilk adımı atmıyor, belki de deli damgası ye­mekten korkuyorlar.
Kendim zengin olmaktansa, zenginlere baş olmak isterim. Bir halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.
Sayfa 30
Reklam
Önsözden...
Modern insan duygularını göstermemeyi güçlü olmak sanıyor. Yaşamın her alanında kukla gibi yönetiliyor. Ölü gibi yaşıyor. Ama yönettiğini ve yaşadığını sanıyor. Yeni dünyanın "cesur" içi boş insanı uygarlığı teknolojik gelişmeyle tarif ediyor. Geliştirdiği robotlar kadar kendisini robotlaştırdığının farkında olmadan. Aklı baş tacı eden insan, yüreğinden, ruhundan uzaklaşıyor. Bu uzaklaşma bireyi kendinden koparıyor, sağlığından ediyor. İnsanlarla sıcak ilişki kurabilme kapasitesini, yakınlaşma yeteneğini köreltiyor. Ve her türlü teknolojik oyuncaklarla donanmış insan "kozmik yalnızlık" çekiyor. Günümüz modern insanı toplu şizofreni, toplu nevroz yaşıyor. Bu nevrozun ürettiği endişe duygusunu da, ilaçlarla, uyuşturucularla, alkolle, TV ile, sahte ilişkilerle uyutmaya ve avutmaya çalışıyor. Daha fazla şeylere sahip olursa endişeden kurtulacağını sanıyor. Ama içindeki boşluğu bir türlü dolduramıyor, dolduramıyor. Kendini tekrar ederek, bu kez farklı sonuç alacağı yanılsamasından bir türlü kurtulamıyor. Modern insan mutsuz, doyumsuz ve korku dolu. Kendine yabancılaşmış, yalnız ve endişe dolu.
Sayfa 7 - Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul 1997Kitabı okudu
İçimdeki dünya kocamandı. Orada ben sanatçı oldum, şarkıcı oldum, tiyatrocu oldum, yazar oldum. O kadar büyüktü ki o dünya evde odamda onunla baş başa olmak en büyük zenginlikti.
“İşi bir Almana ya da Amerikalıya devretme seçeneğim var. Görüyorsun, tipik olarak Fransızlara özgü bir durum. Baş eğmek zorunda olmak, hayat alanını başkasına bırakmak, kocamış bir hayvana bile ağır gelir.”
Gerçek yalnızlık her insanı korkutur. Buna karşılık, yalnız kalmaktan korkmak bir insandan diğerine farklılık gösterir. Kimi insan için bir bozkırın sonsuzluğunu seyretmek bile ürkütücü duyguların yaşanmasına neden olurken, bir diğeri için doğa ile baş başa kalmak doyurucu bir yaşantıdır. Kimi insan mutlak bir sessizlikte paniğe kapılabildiği halde, bir diğerinde böyle bir durum dinlendirici bir etki yaratabilir. Bu farklılığın ardındaki neden, yaşadığımız kültürden kaynaklanmaktadır. Günümüzde insanlar kendi kişiliklerini değerlendirmede, hatta kendi varoluşlarının bilincini yaşamada, diğer insanlarla olan beraberliklerinden aşırı oranda etkilenmekteler. Bir başka deyişle, bir insanın kendi gerçeklerini algılayış biçiminde diğer insanların onun hakkında söyledikleri ve düşündüklerinin payı oldukça önemlidir. İşte bu nedenledir ki, insanlar yalnız kaldıklarında ya da dış dünyadan soyutlandıklarında, benliklerinin sınırlarını yitiriyormuşçasına bir duygu yaşayabilir ve öznel benlikleriyle nesnel dünyanın ayrımını yapmakta güçlük çekebilirler. Dolayısıyla, bir insanın kendi benliğini ne ölçüde diğer insanların görüşlerine göre değerlendirdiği, o insanın yalnız kaldığı zaman yaşayacağı korkunun oranını belirleyen en önemli etmenlerden biridir. Ama, yine de, yalnız kalmanın ne zaman insanın yaratıcı güçlerine etkinlik kazandıracağını ve ne zaman ruhsal dengesinin bozulmasına neden olabileceğini kestirebilecek ve değerlendirebilecek bilgilere sahip olduğumuz söylenemez.
Bizimki dahil olmak üzere modern kültürlerin çoğunda ise, egemen tutumun kurbanı olmaya katlanmaya dayanıklılık deniyor ve semptomlarımızın ciddiyetine aldırış etmeden bu yükü taşıyabilmek bir çeşit kahramanlık sayılıyor. Büyük bir çoğunluğumuz bu sosyal geleneği sorgusuz sualsiz kabul ediyoruz. Neokorteksimizden aldığımız gücü, mantıksallaştırma yeteneğimizi kullanarak, kişinin ciddi bir tehdidin üstesinden gelmiş olduğu, hatta bir savaşı bile "sıyrıksız atlattığı" izlenimi vermekte zorlanmayız ve çoğumuzun yaptığı şey de tam olarak budur. Daha çok diğerlerinin hayranlığını kazanmak için "soğukkanlı görünmeye çalışırız - sanki hiçbir şey olmamış gibi davranan birer kahraman gibi dolaşırız.Bizi süper-insan olmaya teşvik eden bu sosyal adetler insana ve topluma çok büyük haksızlık ederler. Eğer nispeten nazik dürtülere baş eğmeden hayatta ilerlemeye girişirsek, üzücü deneyimlere geri döndürülürüz ve güç gösterimiz illüzyon olmaktan ileri gidemez. Aradan geçen zamanda da travmanın etkileri gittikçe büyüyerek daha ciddi bir hal alır ve sağlamlaşarak kronikleşirler. Sinir sistemimizde donmuş halde saklanan yarım kalmış tepkiler ise zorla uyandırıldıklarında patlamak üzere programlanmış birer saatli bombaya benzerler. Insanoğlu bu gücü boşaltmak için uygun araç gereci ve desteği bulana kadar bizler açıklanamayan öfke patlamaları yaşamaya devam ederiz. Gerçek kahramanlık yaşanan dene- yimleri bastırıp inkar etmek değil, onları açıkça kabullenecek cesarete sahip olmaktır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.