Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Gördüm ki: Ömrüm koşarak gidiyor, âhirete yakınlaşmış. Hayatım dahi tazyikat altında sönmeye yüz tutmuş. Halbuki Hayy ismine dair risalede izah edilen hayatın mühim vazifeleri ve büyük meziyetleri ve kıymetdar faideleri böyle çabuk sönmeye değil, belki uzun yaşamağa lâyıktır, diye müteellimane düşündüm. Yine üstadım olan حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ âyetine müracaat ettim. Dedi: "Sana hayatı veren Hayy-u Kayyum'a göre hayata bak!" Ben de baktım, gördüm ki: Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy-u Kayyum'a bakması yüzdür; ve bana ait neticesi bir ise, Hâlık'ıma ait bindir. Şu halde marzî-i İlahî dairesinde bir an yaşaması kâfidir, uzun zaman istemez.
Elzem Akay...
"Sevdim, böyle korka korka sevdim. Aceleciydi yazdıklarım, sanki iki saniye geç cevap versem onu kaybedecektim. Siz hiç iki saniyede dünyanın sonuna ayak bastınız mı? Büyük bir yıkım, her şey ölü, üzerinde durduğum toprak ölü, nefesim ölü...ben ölüyüm. Ben iki saniyede ölümü gördüm. Çok garip değil mi? Hadi yadırgayın beni hala yaşıyorsun diye, ben iki saniyede ölümü öldürdüm tenimde. Evet doğru hala yaşıyorum..."
Reklam
Şairin dediği gibi, geldim yolun yarısına. O zaman günüm kutlu olsun.
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Sayfa 226Kitabı okudu
Kör edecek beni aydınlığın kör edecek Ben alışkın değilim gündüzlere Hele böyle güzelliklere Hep karanlıklarda yaşadım yıllardır Billyor musun Çamurlara, çirkeflere bulandım Derin kuyular gördüm Taş zindanlar, korkunç mağaralar gördüm Derken sen çıktın karşıma Sende yıldızlar, sende güneşler Sende dünyalar gördüm
Sayfa 30 - Kültür KitabeviKitabı okuyor
Birden düşümde koltuğa oturmuş durumda tabancayı elime aldığımı ve kalbime, başıma değil kalbime dayadığımı gördüm; oysa önceden kesinlikle tam şakağıma ateş etmeyi düşünmüştüm. Göğsüme tabancayı dayadıktan sonra bir iki saniye bekledim; mum, masa karşımdaki duvar birden hareket etmeye, dalgalanmaya başladı Hemen tetiğe dokundum. Bazen düşünüzde
Sayfa 777 - 778, 779, 780, 781, 782 Yapı Kredi Yayınları
Buraya kadar konuşmamızı sakin bir vaziyetle dinleyen Yüzbaşı Cevat Bey, Paşa'nın yaveri, kalın, sertliği hoşa giden bir sesle, "Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi Paşa'nın göğsünü okşamıştır!" dedi. "Nasıl?" dedim. Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan subay, "Efendim, vuruldunuz" dedi. Ben böyle bir söz yayılırsa askerimizin manevi kuvveti üzerinde yapacağı etkiyi düşündüm. Elimle subayın ağzını kapadım. "Sus" dedim. Cevat Bey devamla: "Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafında tam saatinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. Saat parça parça oldu. Fakat o darbe Paşa'nın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan başka ileri geçememiştir" dedi. "O saat sizin için tarihi bir saattir. Görebilir miyim efendim? " dedim. O saatin kalıntısını bu muharebeden sonra Liman Paşa hazretleri hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin aile asalet armasını taşıyan saatlerini verdiler.
Sayfa 162 - Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülâkat (24-28 Mart 1918) - Üçüncü SafhaKitabı okuyor
Reklam
Eğer bu adam derse ki: “Ben falcılık yoluyla olsun, tıp açısından olsun, bazı şeyleri inceledim. Denemelerim sonucu, bunların kimisinin doğru olduğunu gördüm ve içimden de bunun doğru olabileceği kanaatine vardım. Böylece bunların kabul edilemez olmadığını, kaçınılması ve uzak durulması gereken şeyler olmadığını gördüm. Oysa Nübüvvet yoluyla
Bu ben. Bir gün sokakta kendimi böyle gördüm. Köpek olarak. Her ne kadar başta, yoksullukla yalnızlığın göstergesi olması istenmişse de, bacak eğrisinin, belkemiği eğrisini karşıladığı düşünülürse, bu köpek sanki uyumlu bir paraf gibi çizilmiş, ancak bu paraf en yüce yalnızlık övgüsü olmuş gene.
Dokunduğum her şeyi lânetliyorum hissinden hiç kopamıyorum.
“Ben zehirliyim ve bundan nefret ediyorum. Utanç ve onursuzluk içinde yıkılıp gideceğim ve bundan nefret ediyorum. Yaşamımdan ve ölümümden nefret ediyorum. Dünya benim doğrulanma yalnızca yalanlarla karşılık veriyor; Royson’la çalışmayı denedim, ama onun tek istediğinin haklı çıkmak olduğunu gördüm. ‘Aklını başına topla ve aptallığı bırak,’ dese de olurdu – insanları dış görünüşümle düş kırıklığına uğratıp özümle, Yr’nin benim ve o yabancı düşmanın özüyle de kandırdığım yıllarda hep böyle söylerlerdi bana. Tanrı benim belamı versin! Tanrı benim belamı versin!” .
Başardığımız belliydi. Tekbirler getirerek ev ev ilerliyorduk. Zaferin tadını çıkarıyorduk, aldığımız yer ne kadar ufak olsa da. İlk anda çok mutluyduk ta ki telsizden daha 19 yaşında olan, nur yüzlü, ahlaklı ve imanlı İzo'nun yaralı olduğunu duyana kadar. Yaklaşınca yanındakilerin yarasını sarmaya çalışırken zorlandıklarını gördüm, bomba isabet etmiş ve vücudun tamamında küçük yaralar yapmış, kolun çoğunu kopartmış, yalnız sinir telleriyle tutunuyordu. İnsanın aklına ölüm aniden gelir. Şehadet ve yaralanmanın lütfunu yalnız başına gelen anlar. İzo çığlık atmadı, ağlamadı, feryad etmedi, acıyı hissetmediğini sanmıştım. Yaş olarak kendisinden daha da küçük Zenga lakaplı Mirso Ramiç telaşlı ona eğildi ve öylesine nasılsın diye sordu. Sessizce sadece ''Allah'' dedi. Hastaneye götürmek için sedyeye koyarken saati sordu. Saatin dört buçuğa yakın olduğunu söyledik, o da; ''İyi, öğleyi kıldım'' dedi. Kafamda binlerce düşünce uçuşuyordu o an. Allah'ım, sana her şey için şükürler olsun, aramızda ölüm kalım anında bile namazı düşünen böyle Müslümanlar var. İzo diyordu ki: ''İyi öğleyi kıldım, ölürsem, namaz borcum olmayacak.'' O zaman sormuştum kendi kendime ya ben Allah'ım, ben yaralandığımda nasıl davranırım?
Sayfa 24
Reklam
Otuz Beş Yaş Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Sonra mechul bir düşmanıyla kavga ediyormuş gibi hırçın bir sesle devam etti: “Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii hakklarıymış gibi insanlardan bir çok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Her hangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı bir av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost ola bileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok… Fakat bilmem… Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm…”
Ahenk, Uyum
İnsanların bize uyum sağlamalarını istemek büyük bir deliliktir. Ben bunu hiç yapmadım. İnsanı hep, incelemeye ve özelliklerini tanımaya çalıştığım bağımsız bir birey olarak gördüm, ama sempati beklemedim. Bu sayede her insanla geçinmeyi becerdim. Çeşitli karakterler hakkında bilgi ve hayatta gerekli beceriklilik de yalnızca böyle elde edilebilir.
Nalıncı Baba Padişahın İşi Ne! Murad Han (III. Murad) o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşallah. - Hayır mı şer mi
"Kendini nasıl bir şeyin içine soktuğunun farkında mısın Angelina?" diye sordu. Baldırındaki kılıftan bir bıçağa uzandı- ğında kocaman gözlerle izledim. Göğsüme doğru yönelttiği kocaman bıçağı takip ettim ve bıçağın hafif kıvrımlı ucunu gömleğimin ilk düğmesinin altına taktı. Pürüzsüz metal yüzeyinin üstünde kurumuş kana benze- yen
Sayfa 158
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.