Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Doğru olanı yap. Yaptığının ne olduğunu ve neden doğru olduğunu unutuncaya kadar doğru olanı yap. Sınırlar yok olup gidinceye kadar, tıpkı bu uçsuz bucaksız topraklarda dolaşan bir yolcu için sınırların bir süre sonra ortadan kaybolması gibi... Üzerinde en ufak bir dağın, hatta dağların gölgesinin bile olmadığı açık ufkun derinliklerinin, o yolcunun bakışlarını esir alıp vücudundan ve bilincinden geçerek kanına karışması ve bir an için yolcunun bu sonsuz alana dönüşmesi gibi... Geriye rüzgarın, ışığın ve karanlığın fısıltısından başka bir şey kalmaz... Evet, bir söz vermiş olabilirdi ama naif değildi ve artık masum da değildi.
Sayfa 189 - Pegasus YayınlarıKitabı okudu
--ÖZENSİZ VE UZUN KİTAP NOTLARI--- Metafiziksel önermeler ise ne evren üstüne bilgi veren ne de mantıksal önermeler gibi doğruluk ya da yanlışlıkları kendi içlerinde olan önermelerdir. Yani bunlar ne doğru ne de yanlıştırlar. Bu önermeler hiçbir bilgi veremezler. Bu nedenle de aslında önerme değildirler. Ne var ki, metafiziksel önermeler, hem
Reklam
Kadınlık Elbisesi
O sabah geçmişin muhasebesini yaparken, bir kadınlık elbisesi canlandı zihnimde. Dekoltesiz, yırtmaçsız, süs püsten uzak, dümdüz bir elbise. Kadınları her devirde toplumsal cinsiyet kalıplarının kıskacıyla sıkıştırmaya çalışan sembolik bir elbiseydi bu. Söz konusu kalıplara göre, kadın dediğin uysal, uzlaşmacı, çıtkırıldım, yumuşak, şefkatli, edilgen, naif ve anaç olurdu. Hayatını, -meli, -malı’lardan şaşmadan yaşamaya yazgılıydı. Şöyle oturmalı, böyle kalkmalı; şunu giymeli, bunu giymemeli... Bu topraklarda yetişen her kadının öncelikle aileleri ve sonra toplum tarafından ite kaka bu kadınlık elbisesinin içine sokulmaları üzerine düşündüm. Elbisenin modeli, yaşadığımız yere, aldığımız eğitime, sınıfsal aidiyetimize göre bir nebze değişse de kalıbı birdir. Çünkü patronunu çıkaran bizzat eril iktidardır. Kimimiz başkaldırır, kimimiz boyun eğer, kimimiz ne pahasına olursa olsun üstünü başını yırtar atar, kimimiz bir süre uslu uslu oturup sonradan elbiseden kurtulmaya girişir. Fakat ne yaparsak yapalım ona temas etmeden yaşamak söz konusu değildir.
Sayfa 140
İnsan herhangi birinin güvenini kazanıp kazanmadığını asla tam olarak bilemez, kaybettiğini ise hiç bilemez. Bundan asla söz etmeyecek, dostça itirazlarda, sitemlerde bulunmayacak, bu kelimeleri -güvensizlik, dostluk, düşmanlık, güven- kullanmayacak ya da sadece doğal ifade ve konuşmalarında bir alay unsuru, bize daima naif görünen geçmiş
Sayfa 161 - II MızrakKitabı okudu
Müzik
İnsanın kelimelerle anlatamadığını notalarla anlatma santıdır bence müzik.Hele ki kelimelerin muhtevasının bu denli boşaltıldığı zamanımızda neler anlatmaz ki notalar gönlü güzel kalanlara. Sizin de mutlaka kalbinize düşmüştür; bir sevdiğiniz vardır, ona karşı hissettikleriniz öyle derin öyle müstesnadır ki, tüm sözcüklerini tarasanız evrenin,
17 ~ 23
Çünkü, aktarma biçiminin önemi yoktu; söz basit bir ayna idi; söz denince Yunanlıların aklına mit, sözcük dağarcığı daha doğrusu etimo loji, şiir, atasözleri kısacası "söylenen" ve tek başına konuşan her şey geliyordu (çünkü, bizim tek yaptığımız şey onu tekrar etmektir). O zamandan beri söz, nasıl olur da hiçten söz eder? Hiçliğin
Reklam
Bizler, bir koronun, özellikle opera korosunun modern sahnedeki konumuna alışkın olduğumuz için Yunanlıların trajik korosunun asıl "eylem"den daha eski, daha ilksel, daha önemli olduğunu asla kavrayamadık -oysaki ne kadar da açıklıkla aktarılmıştır bu durum-, yine geleneğin aktardığı bu büyük önemlilik ve başlangıçsallıkla, koronun yalnızca düşük, hizmetçi varlıklardan, işte ilkin yalnızca teke türünden satirlerden oluşturulmuş olmasını bir türlü bağdaştıramadık, sahnenin önündeki orkestra bizim için hep bir sır olarak kaldı; şimdi ise sahnenin eylemle birlikte, temelinde ve başlangıçta yalnızca vizyon olarak düşünüldüğünü, biricik "gerçeklik"in tam da bu vizyonu kendisinden üreten ve dansın, sesin ve sözün tüm simgeselliğiyle o vizyondan söz eden koro olduğu kavrayışına vardık. Bu koro, vizyonunda, efendisi ve ustası Dionysos'a bakar ve bu yüzden sonsuza dek, hizmet eden korodur: bunun, tanrının, nasıl acı çektiğini ve kendini yücelttiğini görür ve bu yüzden kendisi eylemde bulunmaz. Koro, tanrıya düpedüz hizmet eden bu konumda, yine de doğanın en üst, yani Dionysosçu anlatımıdır ve bu yüzden, doğa gibi, coşkunluk içinde kehanet ve bilgelik sözleri söyler: acıyı paylaşan olarak aynı zamanda bilgedir, dünyanın yüreğinden hakikati bildirendir, Böyle fantastik ve itici görünen, bilge ve coşkulu, aynı zamanda tanrının aksine "naif bir insan" olan satir figürü bu şekilde oluşur: doğanın ve onun en güçlü dürtülerinin suretidir; onun simgesi olduğu gibi, onun bilgeliğini ve sanatını da bildirendir: müzisyen, şair, dansçı, ruhlarla konuşan, bir ve aynı kişidir.
Sayfa 54 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Yüzleri akıllarından geçenleri pek belli etmeyen bu tipler her gün yolda karşılaşılan kişilerden değildi. Gündüzleri, soygunculukla geçen gecenin yorgunluğuyla uyumak için kâh alçı fırınlarına, kâh Montmartre ya da Montrouge'daki terk edilmiş ocaklara giderler, bazen de kanalizasyonlarda gizlenirlerdi. Bu adamlara ne oldu? Hâlâ varlıklarını koruyorlar. Her zaman var oldular. Horatius onlardan şöyle söz eder: Ambubaiarum collegia, pharmacopolde, mendici, mimde76 ve toplumsal yaşam böyle sürdükçe onlar da mevcudiyetlerini korumaya devam edecekler. Mahzenlerinin karanlık tavanındaki toplumsal sızıntıyla yeniden doğacaklar. Hayaletler halinde yeniden geri gelecekler; sadece isimleri ve içlerinde bulundukları tenleri değişecek. Bireyler yok olsa da gelenek sürüp gidecek. Yetenekleri hiç değişmeyecek. Dilencisinden serserisine, bu ırkın saflığı asla bozulmayacak. Ceplerdeki keseleri hissedecek, saatlerin kokusunu alacaklar. Altın ve gümüşün onlar için özel bir kokusu olacak. Soyulmaya hazır görünen naif burjuvaların peşinden giden bu adamlar, bir yabancının ya da taşralının karşısında örümcekler gibi titreşecekler.
iş Bankası kültür yayınları
Ne var ki, ya kendimin ya da düşmanımın hayatını söndürmeye ilişkin bu naif hayallerin çok geçmeden arkası kesildi. İnsan bir süre kendini bu hayallere kaptırabilir, bu düşlere kaçıp sığınabilirdi; ama düşler çok geçmeden sararıp solmuş, büyüselliğini yitirmişti, söz konusu labirentlerde kısa süre gezinip dolaştıktan sonra içimdeki istek güçsüz düşmüştü.
Bir yanda, inandıkları uğruna yıllarını cezaevlerinde geçiren, hayatını, 'sevgi, emek, özgürlük, eşitlik' adına sürgünde yitiren bir 'şair' sıfatını kazanan; öte yanda, 'bir aşk adamı, çoğu zaman aşktan başka bir şey düşünmeyen bir aşk şairi, biraz zampara, mavi gözlü bir Kazanova, bir ilişkiyi bitirmeden diğerine geçerken
Reklam
“Ama Dostoyevski haklıydı. Kişinin bağışlayamayacağı şeyler vardır, öyleyse unutması olanaksız tahkirler de vardır. Öyle sevinçle, öyle sonsuz bir bağlılıkla ve dizginlenemez coşkuyla inancını benimsediği öğretmeninin onu küçümseyip onunla alay etmesiyle uzlaşması imkânsızdı. Dostoyevski’yle Belinski arasında olanlar tam olarak böyleydi. Genç ve ateşli öğrenci “ezilmiş ve aşağılanmış insan” temasıyla ilgili düşüncelerini yine dinlemek için öğretmenini ziyaret ettiğinde, öğretmen prafa oynuyor, alakasız konulardan söz ediyordu, o dönem naif ve inançlı bir insan olan Dostoyevski için son derece dayanılmaz bir şeydi bu. Ne var ki öğrencisi, Belinski’ye artık sıkıcı geliyordu.”
Erdem
Yapay bir hazzın kamçılanması söz konusu olduğu için ka labalıklar bazında bu zincirlerin kırılması çok güç. Bir kişi çalışmaya ayırdığı vakit dışında medyada dile gelenlerle yaşamak zorunda. Onun dışında da uyuyor zaten. Uykusuna da doldurulmuş bir bilinçle gidiyor. Oradan aldığı mesajla birileri gibi olmayı hayal ediyor. Türkiye'de bugün insanlar TV ile bütün ilişkilerini kesse sosyal anlaşmazlığa düşerler. Politikada, sporda, gündelik hayatta, eğlence, giyim, yeme içme sektöründe aynı dilden konuşuluyor. Böylesine güçlü ağlarla kuşatılmış bireylerin erdeme ulaşabilmeleri onların mevcut toplumsal düzenle mesafelerini çok ciddi bir biçimde gözden geçirmeleri yoluyla gerçekleşebilir. Birincisi bunu bireylerin kaçta kaçı yapmak ister ya da yapmaya kâdirdir, ikincisi kaçta kaçı yapmayı başarabilir. İnsanın erdem kazanabilmesi için, önce kendimden başlamalıyım diyeceği çok temel, güçlü bir erdem anlayışı olması gerekir. Bu söz çok naif gibi de görünse tek tek kişilerin erdemlilik sürecine dönüş leriyle ancak topluluklar içinde bu yöne doğru bir kayma olacaktır. Yoksa toplulukta erdemsizlik gezerken ben ne yapayım tavrı gelişirse hiçbir şey değişmez. Erdem bakanlıkları kuramayacağımıza göre insanların kendilerine dönmesi gerekiyor.
Sayfa 113 - Kırmızı, 2013Kitabı okudu
Önce, öznel idealizmin bilgi kuramına dayanan nesnellik kavramını inceleyeceğiz. "Üçüncü yol”dan daha önce, bilgi kuramı konusunda söz etmiştik. Bunun kökeni, kısmen Nietzsche'ye, kısmen Mach ile Avenarius'a, oradan da Husserl'den geçerek, bilince bağımsız bir varlık tanıyan ama bu varlığın tanımında, bilgisinde ve yorumunda eski idealist yöntemi izlemeye devam eden varoluşçuluğun varlıkbilimine uzanır. Önceki dönemde başat olan bilgi kuramları, nesnel gerçekliğin kavranabileceğini reddediyordu. Öznel idealizmin bilgi kuramının bütün ilkelerini olduğu gibi devralan “üçüncü yol”, yalnızca bilinçte var olan düşünce ve kavramların kendilerinin de nesnel gerçeklikler olduğunu örtülü bir biçimde kabul eder gibi görünerek, öznel idealizmin daha önce koymuş olduğu sınırları hissettirmeden ortadan kaldırıyor. Öyleyse biz de, bu felsefenin sözünü ettiği gerçekliğin ne olduğuna bakalım. (Bu arada, burjuva felsefesinin maddeciliğin adını bile anmaksızın hep idealizm/gerçekçilik kutuplaşmasından söz ettiğini hatırlatalım.) Mach ve yeni-Kantçıların bilgi kuramı, doğa bilimlerinin terimlerini ödünç almakla yetinir ve bilginlerin "naif gerçekçilik"inin keskinliğini azaltmak peşindedir. Berkeley gibi onlar için de fikirler ve gerçeklikler arasında fark yoktur.
62 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.