"Fugui," dedi. "Kumar borcu namus borcudur. Yüzyıllardır böyle bilinir ve ödenmelidir. Bu 65 dönüm araziyi ve evimizi borcuna karşılık onlara vereceğim. Yarın bakır akçeleri nakit olarak getirecekler. Ben onları taşımak için çok yaşlıyım. Borcunu ödemek için parayı sen taşımak zorundasın."
Konuşması bittiğinde derin bir iç çekti. Gözyaşlarına boğulmuştum. Beni dövmeyeceğini biliyordum, ama sözleri
ölümden beterdi. Başım sanki kör bir bıçakla doğranmıştı ama hâlâ omzumun üzerinde duruyordu. Babam elime dokundu ve "Hadi şimdi yatağına git," dedi.
Çocukluğumda:Her şey büyük görünüyordu. Gençliğimde her şey önemli görünüyordu.Sonra çok şey büyüklüğünü ve önemini yitirdi.Sonra daha da yitirdi.Çocukluğumdan da,gençliğimden de çok çok az şey kaldı.Şimdi yaşlıyım sayılır.Çok şey gülünç görünüyor.Bakalım ileride daha neler olacak.
"Yoldaşlar, artık dün gece gördüğüm düşten söz edebilirim. Tam olarak anlatmam mümkün değil, ama İnsan ortadan kalktıktan sonra yeryüzünün nasıl bir yer olacağını gördüm diyebilirim. Çoktandır unutmuş olduğum bir şeyi anımsadım. Yıllar önce, ben küçük bir domuzken, annem ve öteki dişi domuzlar, yalnızca ezgisini ve ilk üç sözcüğünü bildikleri eski bir şarkı söylerlerdi. Şarkının ezgisini çocukken öğrenmiştim, ama nicedir aklımdan çıkmıştı. Dün gece düşümde geri geldi şarkının ezgisi. Dahası, şarkının sözlerini de anımsadım. Hiç kuşkum yok, hayvanların çok eski çağlarda söyledikleri, kuşaklardır unutulmuş olan şarkının sözleriydi bunlar. Şimdi, yoldaşlar, size bu şarkıyı söyleyeceğim. Yaşlıyım, sesim kısık, ama ezgisini öğrettiğim zaman siz şarkıyı çok daha güzel söyleyebilirsiniz. Şarkının adı, İngiltere'nin Hayvanları."
Çocukluğumda: Her şey büyük görünüyordu.
Gençliğimde: Her şey önemli görünüyordu.
Sonra çok şey büyüklüğünü ve önemini yitirdi.
Sonra daha da yitirdi.
Çocukluğumdan da, gençliğimden de çok çok az şey kaldı.
Şimdi yaşlıyım sayılır. Çok şey gülünç görünüyor. Bakalım ileride daha neler olacak.
fatiha suresi kadar eski
günlerin çarmıhında isa kadar yaslıyım
ve tanrılar kadar çok yaşadım
kimse bilmeyebilir...
daha kırlangıçları yalancı bir dünyada yaşıyorum
dağları yıkılan, dalları kırılan bir dünyada
kayıp suretler için fotoğraflara koşuyorum
kimse bilmeyebilir...
Politikacıların sanata karışmalarını sevmiyordu. Bir anısını anlattı. Devrimin ilk yılları. Moskova'da bir resim sergisi açılmış. Sergiye Lenin'i de çağırmışlar. Orada genç şairler de varmış.
Lenin'e Mayakovski'yi seviyor musunuz diye sormuşlar.
Lenin boynunu bükmüş. Tabii demiş ama ne de olsa ben biraz yaşlıyım, şiirlerini pek anlayamıyorum. Ben Puşkin'i seviyorum.
Vaay... Nasıl olur! Mayakovski ha?...Şairler böyle söyleyerek yürür.
Lenin de, canım ne yapayım, anlayamıyorum işte, Puşkin'i daha çok seviyorum, onu anlıyorum... diyerek geri geri gidermiş ta serginin kapısına kadar. Lenin bu, koca Lenin. Davranışının büyüklüğü kadar o zamanki şairlerin içtenliği bile güzel.
"Bedenin uyuduğu doğrudur ama ruh uyumadığına göre senden çok daha yaşlıyım. Ruhların yaşı yok hafızası var, değil mi ki ben seni 309 yıl önce de seviyordum."
Ne giyersem giyeyim, hissederim yine de
Acısını bu sınırlı dünya hayatının.
Sadece oyun için çok yaşlıyım,
İsteksiz kalmak için ise çok genç.
Ne verebilir ki bana dünya?
Hep mahrumiyetlere katlanmak! Hep mahrumiyetlere!
Sonsuz bir şarkıdır bu,
Çınlayan herkesin kulaklarında,
Hayatımız boyunca süren,
Her an boğuk boğuk söylenen.
Dehşet içinde