Çok güzel kafiyeleri olan şiirler yazan şair. Azerbaycanlı bir şairin kalemine benzettim nedense- Ramiz Rövşen kalemine. Kafiyeleri seçme şekli ve şiirinin akıcılığı muazzam. Özellikle 1992 de Azerbaycan- Karabağla ilgili yazdığı 'Karabağ'a mektup' şiirinde tüm gerçekleri sert bir biçimde kaleme almış, Birleşmiş Milletlerin, diğer
Dicle'nin Yakarışı kitabında tanıdığım Dengbej Biro'nun, sözü aşkın, aydınlığın ve umudun sonsuz insani gücü olarak gören, biri Müslüman bir Kürt, biri Hıristiyan bir Keldani, biri Êzidi, biri Yahudi, biri Ermeni, biri Arap, biri de Türk olmak üzere yedi gence Mezopotamya'nın acılarla, sürgünlerle, savaşlarla geçen tarihini anlatıyor.
Neden yedi peki?
Yedi tüm kavimleri buluşturan kutsal bir rakamdır, kin ve nefretin gazap topraklarına dönüşmüş olan Mezopotamya toprağında, dinleri imanları, inanç ve insanları aynı kökte buluşturuyor.Ezidi kavillerine göre Allah, dünyayı yedi günde, yedi melekle birlikte yarattı.Hayat ağacının da yedi dalı ve yedi yaprağı var. Kadim nehirler Dicle ile Fırat da yedi kola ayrılıyor. Nuh Peygamber de gemisini yedi günde tufana hazırladı.
Dengbej Bıro, bu dünyada sözden ve gözündeki kılıç yarasından başka izi olmayan Cizre'nin yetim Êzidi çocuğu, çıktığı yolculukta Hakkâri Tiyar bölgesinde katliamdan yaralı kurtardığı Keldani kızı Ester'i bulmasıyla başlayan azap ve sevda dolu günlerini anlatıyor. Dipsiz vadilerin kimsesiz geyiği, Hakkâri'nin yalnız yaylalarında yetişen küskün yasemin çiçeği Ester. Katliamdan yaralı kurtulan bülbül sesli Ester, yaşadığı büyük acıdan sonra Stêr olmuştu, yani Biro'nun sadece gözleriyle konuşan yıldızı olmuştu.Bu kadar acıyla başlayan azap dolu günler Osmanlı'nın Mezopotamya topraklarına girmesiyle aşiretlerin, Mirlerin, boyun eğmeyen tüm kavimlerin bir bir kırımıyla ve Biro'nun önce İstanbul'a sonra Girit'e en son Şam'a sürgünüyle devam ediyor.
Bu serinin tamamının benim için anlamını ifade eden bir inceleme olucak.
Memed... Fatih Sultan Mehmet... Mehmetçik...Dedecigim Memed kardeşim Mehmet... İnce Memed... Bizde Memedler hiç tükenmez...
Mehmet ismi Arapça Muhammed isminden türeyerek günümüze gelen bir isimdir.Yerde ve gökte övülen anlamına gelir.
Yazar da Memed'i seçmiş ne güzel
Zeus ile Saddam Hüseyin'i, Jül Sezar ile Fidel Castro'yu, Kristof Kolomb ile Beethoven'ı ya da Rahibe Teresa ile Marquis de Sade'ı aynı kitap içinde buluşturabilmenin yolu nedir diye sorsam, ne cevap verirdiniz?
Saydığım isimleri ve çok daha fazlasını aynı kitapta bir araya getirmeyi başarmış olan Eduardo Galeano kitabının alt başlığına,
Hani demişler ya "Birilerinin yaptığı hata kaderlerimizi mühürlermiş" ne kadar da doğru. Bir kürt terörist oluyor, bir türk cani oluyor, bir ermeni birini öldürüyor ve bunun lekesi o toplumun üzerine çöküyor. Biz insanlar çok meraklıyız yaşanan her olayda baksana orada öyle mi demeye. Bizim insanımız vardı: birinin derdi birinin acısı olurdu. Ne kadar olayları kısıtlamaya, çembere almaya devam edersek o kadar ağlarız. Birinin hatasını milliyetine, kökenine, ülkeye bağladığımız sürece 13, 15 yaş farketmiyor çocuklarımız çocukluklarını yaşayamayacak.
Kitabın tarihi olaylar kısmına değinmek daha çok tarihçilerin işi. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, İttihat ve Terakki, Jön Türkler, Ermeni mevzusu, katliamlar, kirli siyasetler, Mithat paşanın öldürülmesi, saray yönetimi, cariyeler, imparatorluğun adım adım yok oluşu, yeni umutlar, hürriyet aşkı... Bunlar ve bunlardan çok daha fazlasını
Bu aralar okuyasım yok. Bu aralar dediğim, çarşambadan beri. Aslında yeni öykücülerdi gözüme kestirdiklerim, yerlilerden, okur, anasını ağlatır, en az 10 öykü kitabı bitiririm niyetindeydim. Olmadı.
Bodrum'daydık. Senesini unuttum. Keçiboynuzu alırım niyetine köylülerin kurduğu pazara gitmiştim. Zelo, kızım, daha 5 yaşında bile yoktu. Terlemiş
“Bu devlet” dedi, devlet derken içinden derin bir saygı geçti, “Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Rum’u, Arnavutluk’u, Arap’ı, Yahudi’si daha bilmem kimiyle, yetmiş iki milletiyle asırlarca gül gibi geçinip gitti. Milleti bilirdi Osmanlı ama milliyetçiliği bilmezdi. Farklı milletler bir arada fakat birbirine dönüşmeden yaşardı onda. Benzeyecekleri değilse de bütünleşecekleri tek şey Osmanlı kimliğiydi. Kendileri olarak, dillerini, dinlerini ve kültürlerini muhafaza ederek Osmanlı olmuşlardı ama osmanlılık söz konusu olduğunda bu farklılıkların da bir anlamı kalmazdı. Bu devlet, Rum ile Ermeni arasında bir fark gözetmez, onları Türk’ten ayırmayı da aklına getirmezdi…
Devlete hizmet ettileri müddetçe kim olduklarının önemi yoktu, İslâm bile devlet kademelerinde yükselmek için gerekli şart değildi. Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan liyakatli kullar olmak, menzile varmak için birlikte yola çıkanların gerekli tek azığıydı…
Ama ne zaman ki Rum’un Rumluğu, Ermeni’nin Ermeniliği, Yunan’ın Yunanlığı Osmanlı olmanın önüne geçti, o zaman bütün dengeler bozuldu.”
Kayıp Tanrılar Ülkesi kitabı incelemesinde yazardan bahsettiğim için bunda bahsetmeden incelemeye direk geçeceğim.
Kitap bizi bu seferde MÖ 700 lü yıllara yani bundan 2700 yıl önceye götürüyor. Kitabın adı da olan
Patasana aslında Hititler döneminin başyazmanı. Dönem Kral Pisiris dönemi yani Geç Hititler Dönemi. Normalde bilindiği üzere Krallar tabletlere
"İnsanları Türk, Kürt, Ermeni, Sırp, Yunan, Rum... Nasıl birbirinden ayırıyorsunuz? Takvaca üstün olanın en hayırlı olduğunu, Yaradan nezdinde Arap'ın Arnavut'a, Türk'ün Acem'e bir üstünlüğü olmadığını bilmiyor musunuz?"
SPOILER!!!! ( Gerçi otobiyografik bir eserde spoylır mı olur bilmem ama olsun)
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
-Cemal Süreya
Sizin hiç babanız gözünüzün önünde yüreğinden hançerlenerek öldürüldü mü? Üstelik kardeşiniz tarafından?
İşte ilgili
1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan o yakıcı gecesinde 106’sı kadın, 83’ü çocuk toplam 613 Azerbaycan Türkü Rus destekli Ermenilerin katliamıyla hayatlarını kaybetti.
Hamile kadınların dahi Ermeni askerlerden kaçamadığı ve vahşice öldürüldüğü o gece, bütün Kafkas diyarları inledi, Turan illeri ağladı, İslam toprağı kor gibi dağlandı. Katliamın üzerinden geçen 27 senede her yıl düzenlenen “katliamı lanet” mitingleri dışında kayda değer bir gelişme ne yazık ki yaşanmadı. 100 yıl öncesinin savaş şartlarında ölen Ermeniler için yas tutan Avrupa ülkeleri, gözleri önünde gerçekleşen Hocalı katliamı karşısında cılız birkaç ses dışında üç maymunu oynadı. Emperyalistler bir defa daha insanlık hanesine değil, din hanesine bakarak karar verdiler.
Türk ve Müslüman Azerbaycan halkı o gece hem yetim, hem öksüz kaldı. Giden canların acısını, vatan bildikleri toprakları terk etmek kat be kat artırdı. Fotoğraftaki küçük kızın gözlerini rehin alan korkuyu dindiremedik bugüne kadar. Ama ümit ediyoruz ki, başka çocukların gözleri hiç tanımasın o korkuyu ve Hocalı’da Azerbaycan bayrağı yeniden dalgalansın! Türk dünyasının her bir ferdi en az bu yavru kadar sabırsızlıkla beklemeli o anı.