“Annem bana hep iltifat etmeyi öğrenmelisin der. Masallarda olduğu gibi dilim gümüş değil ne yazık ki.”
"Gümüş diller körelmiş yürekleri gizleyebilirler”
Aklım var diye söyler tabîbler
Lokman Hekim gibi bilgin olsa ne fayda
Tevhîd etmez ise son nefesde bu diller
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Malım câhım var diyerek benlik edersin
Ecel şerbetini bir gün sen de içersin
Yalın ayak başın açık bu dünyâdan göçersin
Kârûn gibi malın olsa ne fayda
Ne kadar ilmin olsa kardeşim
Eğer îmân olmaz ise
Eskiçağda Para - Prof.Dr. Oğuz Tekin
1958 doğumlu İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi'nde 'Klasik Arkeoloji' öğrenimi alan
Oğuz Tekin Numismatik alanındaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Masterını ve doktorasını Numismatik alanında yapmıştır. Halen Koç üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümünde görev almaktadır.
Yoz dudaklar ve yalancı diller adını anarken göklerdeki Baba'mız mutlu mu? Hüznün çocukları tarlalarda çalışırken , sırf Güçlüyü doyurmak,tiranlarin midelerini doldurmak için güneş altında güçten düşerlerken yeryüzünde barış olur mu? İşgal altındakilerin işgalcilere baktığı gibi acizler bozuk gözleriyle ölümü beklerken insanlık mutlu olabilir mi? Barış nedir ey nazik İsa? Karanlık ve soğuk viranelerde aç açık annelerin memedeki bebelerinin gözlerinde mi barış? Rahiplerin domuzlarını semirtmek için attığı yemeklerden medet umarak taş yataklarında uyuyan muhtaçların bedenlerinde mi yoksa? Mutluluk nedir ey İsa? Bir kaç gümüş karşılığında erkeğin gücünü ve kadının iffetini satın alabilen prenste mıdır mutlukuk? Bedenen ve ruhen hapsolmuş, gözleri ancak mücevherler , yüzüklerdeki ışıltılı taşlar ve ipek kıyafetler karşısında pırıldayan o suskunluklarda mı yoksa ?
_İnsan nasıl canını kurtarmak için kaçarsa bir ayıdan, ben de öyle kaçıyorum karım olduğunu iddia eden o karıdan. Ben artık kendimin değilim. Ben bir eşeğim. Bir kadının kocasıyım. Üstümde hak iddia eden kadına aitim. Siz nasıl atınız üstünde hak iddia ediyorsanız o da benim üstümde öyle. Bir hayvana sahip çıkar gibi istiyor beni. Hani beni bir
Efsaneler, tanrıçanın nasıl devleri alt etmekten hoşlandığından bahseder, bir yücelik sembolü olarak yaptığı dansı ise toprağı sarsar ve depremlere neden olurdu.
Zengin inananlar ise, tanrıçaya gümüş kollar, diller ve altın gözler sunarlardı.
Mina Urgan'ın okuduğum ilk romanı.
Hayatı, yaşadıklarıyla, edinimleriyle ve tanıdıklarıyla Mina Hanım, anılarını anlatmakta haklı. Etrafında tek bir boş kişi yok. Şu satırlar onunla alakalı olarak benim de düşüncelerimin özeti; " Benim ben olmam, yabancı diller bilmem, üniversite okumam, kültürlü sayılmam, kendi marifetim değil, bir
SELÂM SANA
Türk Müverrihi Ahmet Refik Beye
Ey muhterem Ertuğrul’un gözbebeği,
Ey sevgili Gazi Osman,
Ey gün yüzlü, altın kalpli erkek aslan.
Ey Kayıhan oymağının asil beyi
Eğitim alanında herkese eşit fırsatlar sağlanmadığını, bana verilen
imkânlardan başkalarının yoksun kaldığını anladığım an, sosyalist oldum:
Yirmi yaşındaydım. Yirmi yaşındakiler kendilerini pek beğenirler. Ben de
kendimi bir şey sanıyordum. Sonra günün birinde trenle Anadolu'dan
geçerken, lokomotif bir ara durakladı. Ve bir kulübenin önünde
Eğitim alanında herkese eşit fırsatlar sağlanmadığını, bana verilen imkânlardan başkalarının yoksun kaldığını anladığım an, sosyalist oldum: Yirmi yaşındaydım. Yirmi yaşındakiler kendilerini pek beğenirler. Ben de kendimi bir şey sanıyordum. Sonra günün birinde trenle Anadolu’dan geçerken, lokomotif bir ara durakladı. Ve bir kulübenin önünde kendi
Yirmi yaşındaydım. Yirmi yaşındakiler kendilerini pek beğenirler. Ben de kendimi bir şey sanıyordum. Sonra günün birinde trenle Anadolu'dan geçerken, lokomotif bir ara durakladı. Ve bir kulübenin önünde kendi yaşımda bir kız gördüm. Kız, bir çeşit gururla başına kaldırmış, kayıtsız gözlerle trene bakıyordu. Nerdeyse göz göze gelir gibi olduk bir saniye. İşte o sırada sanki bir şimşek çaktı kafamda. "Ben, o kulübenin önündeki kız olabilirdim; o kız da trende, benim şimdi durduğum yerde durabilirdi.” diye düşündüm. Benim ben olmam, yabancı diller bilmem, üniversite okumam, kültürlü sayılmam, kendi marifetim değil, bir rastlantının sonucuydu sadece. O talihsizdi, ben talihliydim, işte o kadar. Kendimi bir şey sanan ben, toplumsal ve ekonomik düzenin korkunç haksızlığının bir ürünüydüm sadece: Büyük bir kentte, çok aydın bir çevrede büyümüştüm, en iyi okullarda okutulmuştum; gümüş tepsilerde bana kültür sunulmuşu sanki. Ama o kulübenin önündeki köylü kızı olsaydım, etrafımı saran yoksulluğun demir çemberini kıramayacaktım; kültürlü bir çevreden, iyi bir eğitimden yararlanamayacaktım. Dolayısıyla ben "ben" olmayacaktım. O köylü kızı, benden çok daha akıllı, çok daha yetenekliydi belki de. Ama o kulübenin önünde kalmaya mahkumdu ömrü boyunca.
1. Giriş
Türkiye’nin eğitim sisteminde, sorunlar açısından yok yok. Böyle olunca, toplumun tepkisizliğine şaşmamak gerekiyor. ‘Okulsuz toplum’ tartışmaları açısından bakarsak (bkz. Baker, 2006; İllich, 2006), kapitalist okullar, toplumsal benzeştirme (asimilasyon) rolünü başarıyla gerçekleştirmektedirler. Okullar, geçmişte, toplumsal mücadelenin