Ses hiç kesilmeden sürüyordu.
Winston bir an kendine geldi ve ötekilerle birlikte bağırıdığını, topuklarını var gücüyle iskemlenin basamağına vurduğunu fark etti. İki Dakika Nefret'in en korkunç yanı, insanın katılmak zorunda olması değil, katılmaktan kendini alamamasıydı. Otuz saniye sonra en küçük bir zorlamaya gerek kalmıyordu. Tüm topluluk, elektrik akımına kapılmışçasına, ürkünç bir kin ve nefretle azgınlaşıyor, öldürme, işkence yapma, yüzleri bir balyozla yamyassı etme isteğine kapılıyor, insanlar ellerinde olmadan yüzleri kaskatı kesilerek çılgınlar gibi bağırıp çağırıyorlardı. Ama yine de, duyulan öfke, bir pürmüzün alevi gibi bir nesneden öbürüne yöneltilebilen, soyut,kimseyi hedef almayan bir duyguydu.
Ancak modern dünyanın modern eleklerinden geçmiş modern artıklar için, başka bir canlıya zarar vermemenin onlarca hukuki yolu, ahlaki, dini, toplumsal nedeni vardır. İnsanlığın doğal gelişimi bu yöndedir. Yani kendinden utandığı için kendini kısıtlamak yönünde. Tıpkı kurda dönüşeceğini bilen adamın kendini yatağına zincirlemesi gibi. Ancak, üstüne birkaç jeolojik katman da binse, insan biçimi değişse de insanlığın değişmeyeceği bilindiğinden cinayetler kişisel olarak devam edecektir. Yani insan, öldürme istediğini yerine getirmek için intihar edecektir.
"Güç ve korku her zaman yan yanadır."
"Terörizm, emperyalistlerin terörünün bir sonucudur."
"Ben, vatansız insanlardanım."
"İnsanın anadilini yitirmesi, merkez kişiliğinin yıkılması
demektir."
"Son bireye kadar savaşmak, kendini feda etmek, yanlış
bir kahramanlıktır."
"Kültür, insanlığın uğraşının üstyapısı değil, temelidir."
"Her birey karşısında toplumun ortak sorumluluğu vardır."
"Eleştirmekten, değiştirmek istemekten vazgeçmek, insanın
kendisinden vazgeçmesi demektir."
"Savaş, Avrupa'nın öldürme kültüründen doğmuştur."
"Kasım ayında zeytinler toplanır. İnsanları ayıran olgular
karşısında birleştiren olgular giderek çoğalıyor. O halde
neden savaş?"
"Tabanca köhne masanın üzerinde, ulaşabileceği uzaklıkta duruyordu. Artık acelesi yoktu, kimsenin gelmeyeceğinden emindi ve kendini ne zaman isterse o zaman öldürebilirdi. Düşüncelere daldı, kendine çok uzun zaman önce aynı noktada olduğunu hatırlattı; kendini öldürme arzusuyla aynı yere gelmişti. Daha önce bir kez daha, bir akşam, tam burada, beynini dağıtmak istemişti; bir tabanca alacak parası yoktu, sadece parke taşlı sokak vardı ama ölüm, aynen şimdi olduğu gibi onu bekliyordu. Demek ki hayatta sizi aldatmayan tek şey ölümdü; her zaman hazır, her zaman güvenilir olarak kendini gösteriyordu. Bel bağlayabildiği tek şey ölümdü, diğer her şey altında kalmış, mutlak kalan ölüm olmuştu."
''Deli olduğunun farkında mı?''
''Evet farkında.''
''Deliliğinden kurtulmaya çalışmamış mı hiç... iyileşmeye?''
''Hayır. O çok sevmiş deliliğini.''
''Nereden anladınız bunu?''
''Bir zamanlar yatağının durduğu yerin tavanına takılı kancalardan... kendini öldürme fikrini bu kadar çok seven biri kendini de çok seviyor demektir. Kendini ve deliliğini...''
Hayvanlarda öldürme diye bir şey yoktur. İnsanlarda olduğu gibi demek istiyorum. İnsanlar niçin öldürüyor? İnsan, zevk aldığı veya öldürmek istediği için bir başka insanı öldürüyor. Öyle değil mi?
Georgia üzüntü ile başını önüne eğdi.
"İnsan bu değişmez içgüdüsüyle bir gün dünyanın sonunu getirecektir," diye devam etti Lindhout. "Hatta öteki dünyalara da zarar verecektir. Kısacası, bence insan zararlı bir varlıktır. Kendini ilerici sanan bazı kişiler, insanlığın yaptıkları çok iyidir, diyor. Şöyle etrafına bir baksana. Ne yapıyoruz biz? Hemcinsimizi öldürüyor, çevremizi kirletiyor, dünyayı parçalayacak silahlar geliştirmekte birbirimizle yarış ediyoruz!
“Bu nasıl bir toplum, insan milyonların ortasında en derin yalnızlığı yaşıyor; hiç kimse farkına varmadan dayanılmaz kendini öldürme arzusuyla kahrolabiliyor?
Bu toplum toplum değildir... vahşi hayvanların yaşadığı bir çöldür.”
Rousseau
"Bu öldürme makinası insanoğlu, şu yeryüzünde önüne ne gelirse, kim çıkarsa öldürüyor, havada uçan kuşu, denizde yüzen balığı, öldürecek hiçbir şey bulamazsa kendini öldürüyor."