Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Ey mavimsi zaman salla beni artık Salla, uyut ve uyandır beşiğinde..."
Sayfa 56 - Bilgi YayineviKitabı okudu
Karlar usulca eriyip nisan güneşiyle, terkederken sıradağların doruklarını, yemyeşil bir alev sardı ovayı. Artık sıkıcı değil yaşam; düşün bir kelebeğin sevincini, dünyanın büyüklüğünü ve hayal kur. Çiçekli erik ağacıyla, yemyeşil ova, sahilin mavimsi yeşil buğusuyla, dalların oya gibi işlenmiş hâli, beyazlanan ilk böğürtlenler ve bu tatlı esinti yeniyor ölümü ve mezar taşını... Yine de bu keder beni boğuyor zaman hala O'nu bekleyerek geçiyor…
Sayfa 85
Reklam
Yoruma bak seviyorum seni adam böyle sindire sindire...
-yaz saatinden, kış saatinden habersiz, sekiz buçuğun artık dokuz buçuk olduğunu öğrenmeye tenezzül etmeyen- mavimsi gökyüzünün büyük bir bölümü hâlâ biraz aydınlıktı.
Şiir yazmayı çoktan bırakmıştı, ama batı rüzgarı estiğinde, akıntının ve sarı sazların ardındaki mavimsi dağların eğimini ve bulutların gittiği yolları izlerken ya da akşamları yüzyıllık parktaki ulu ağaçların hışırtısını duyduğunda, hiçbir zaman yazmayacağı, sözcükleri olmayan uzun şiirler düşünürdü.
Nisan bundan böyle onun için mavimsi bir acı demekti... Evet, Nisan ona hep böyle hissettirmişti; bir şeylerin yarım kaldığı bir ay. Evet, nisan ona her zaman böyle hissettirmişti; bir şeylerin yerine getirilmediği bir ay. Eskiden şarkılarda söylendiği gibi, aşkın nisanı. Onun tamamlanmayan nisanı...
O zaman mavimsi ufuklar, bahçeler, kaymaktaşı içinde ağlayan su jetleri, öpücükler, sabah ve akşam şarkı söyleyen kuşlar hayal edeceğim...
Reklam
. Ey mavimsi zaman salla beni artık Salla uyut ve uyandır beşiğinde Bir kocaman kapıdan içeriye sok Kalmış bugüne bir flütün eşliğinde Ve giden geleceğe kutsal susuzluk .
Uzakta dağlar. Yakında dağlar. Daha çok dağlar; hiçbir zaman ulaşılamayacak mavimsi güzellikler (...)
Sayfa 180Kitabı okudu
Geçmişin tekrarından daha sıkıcı bir şey yoktur. Bu şehrin üzerinde o zaman da yazın aynı yorgun gökyüzünü görürdüm ve gökyüzünün boş, mavimsi uçsuzluğundan şehrin üzerine ayni bilinmeyen şeyin çöktüğü belli oluyordu.
Mükemmelsin, mükemmel!
Bir gezegen sonunda ölmeye mahkûmdur. Çevresinde döndüğü güneşi patladığı için çabuk bir ölüm olabilir. Ya da güneşi zayıfladığı ve okyanusları buz tuttuğu için yavaş yavaş ölür. İkinci durumda zeki yaratıkların yaşama şansı vardır. Bu canlılar yaşamak için dışa açılırlar. Yani uzaya. Soğumaya başlayan güneşe daha yakın bir gezegene giderler. Ya da başka bir güneşin çevresinde dönen bir gezegene. Ancak bu, güneşinin etrafında dönen tek gezegense ve beş yüz ışık yıllık uzaklıkta başka bir yıldız yoksa, canlılar için dışa açılma yolu kapalı demektir. Bu durumda yaşama çabalarının yönü içe doğru olabilir. Yani gezegenin kabuğunun içine girilir. Bu her zaman mümkündür. Toprağın altında yeni bir yerleşim alanı oluşturulur ve gezegenin sıcak çekirdeğinden enerji sağlanır. Bu iş için binlerce yıl gerekir. Ama ölmekte olan bir güneşin soğuması uzun zaman alır. Ne var ki, gezegenin ısısı da zamanla azalır. Tünellerin gitgide daha derinlere uzanması gerekir. Bu çaba gezegen tümüyle ölünceye dek sürdürülür. O gün gelmekteydi... Gezegenin yüzeyinde neon sisleri ölgün ölgün dalgalanıyordu. Ama bu hareket alçak yerlerde birikmiş olan oksijen gölcüklerini havalandırmak için yetersizdi. Uzun gün boyunca üstü kabuklu güneş kısa bir an canlanarak donuk, kızılımsı bir ateş topuna dönüşüyor, o zaman oksijen gölcüklerinde hafif bir kaynama oluyordu. Uzun gece boyunca göllerin üzerinde mavimsi, beyaz bir buz tabakası oluşmaktaydı. Çıplak kayaların yüzeyinde de neon çiyi. Yüzeyin sekiz yüz mil altında sıcaklık ve yaşamın son bir kabarcığı kalmıştı.
Reklam
Tifo hastalığı şöyle ortaya çıkar:
İnsan kendinde ruhsal bir bezginlik hisseder ve bu durum gittikçe artarak nedeni belli olmayan bir umutsuzluğa dönüşür. Aynı anda vücudunda bir yorgunluk başlar ve yalnızca kaslar ve lifler değil, iç or- ganlarının tümü işlevini yitirir. Her şeyden önce bir iştahsızlık başlar, mide hiçbir şeyi kabul etmez ve hasta fiziksel bir
Zamanın geçip gitmiş olmasına üzülmüyordun; zamanı geri getirmek de istemiyordun. Ama zamanı 'düşünüyordun'. Zaman - şimdiki, geçmiş, gelecek- seni ürküttü. Kulpu kırık, kenarı tırtıklanmış fincan, çatlak tabak. Hadi sapasağlam kalmış olsun; zamanın yıpratıcılığını silemezsin :Eskimiştir, sarı, pembe, mavimsi krizantemlerinin rengi atmıştır. Kirli gibi durur; istediğin kadar yıka!, zamanın kirinden pasından arındırmazsın. Fakat bunlar hep hoşuna giden şeylerdi: Eskimek, yıpranmak, usul usul göçmek.
Doğan KitapKitabı okudu
Kendini hissettirmeyen bir rüzgârın temizlediği berrak gökyüzünden iki kara bulut kümesi geçiyordu, bulutların üstünde ayın mavimsi hilali vardı. Ulusların tarihinde büyük bir olay yaşanacağı zaman doğanın sanki alır göründüğü olağandışı manzaralardan biriydi bu.
Mavimsi Zaman II
Neredeyim ben hangi dönemecinde Kulağım ayak sesinde zamanın Penceremde öten Uranos kuşunda Serüvenimi yaşarım büyür yarın Eski göklerin yitik denizlerinde
Sayfa 35 - YKY
Bu tepede iki KaRdEş gibi. :) (kavak)
Fidanlar benim boyumdaydı; mavimsi gövdeleri vardı. Onları tam dikmiştik ki, incecik yapraklara dokunarak, hayat vererek bir rüzgâr esti dağlardan. Yapraklar titredi, kavaklar salındı... Gerileyerek, sevinçle: Bak, ne güzel! dedi Duyşen. Şu ilerdeki kaynaktan bir de suyolu açarız buraya. Göreceksin, kocaman olacaklar! Bu tepede iki kardeş gibi, yan yana duracaklar. İyi insanlar, onları uzaktan gördükçe sevinecek. Hayat da daha değişik olacak o zaman, Altınay. Önümüzde güzel günler var...
Sayfa 160 - ElipsKitabı okudu
85 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.