Bizler insanlar olarak yemyeşil ağaçların arasında dolaşırken, ağaçları seyrederken, onlara dokunurken, açan çiçeklerini koklarken, taptaze meyveleri tadarken onlardan bize bir huzur, sükünet akmasını bekleriz. İşte tam bu noktada aklıma şu geli- verdi: Bizler ağaçlarla bir ilişki kurarak onlardan duygusal bir rahatlama, sıcaklık, sükünet beklerken, ağaçlar acaba bizden ne bekler? Ağaçların bizden hiç beklentisi yok mudur?
Bu soru biraz garip kaçıyor değil mi? Bir ağacın bizden ne beklentisi olabilir ki? Belki dallarının ve yapraklarının kopartılmaması, ona zarar verilmemesi, iyl bakılması? Bu kadar. Başka ne bekler ki ağaç bizden?
Fiziksel bütünlüğüne zarar verilmemesi, her varlığın hakkı- dir. Evet, bu varoluşsal olarak onun hakkıdır. Ancak bir ağaç sadece bir ağaç mıdır? Fiziksel bütünlüğü sağlandığında ağacın varoluşsal anlamı sağlanmış olur mu?
Bir ağacın varoluşsal bütünlüğü kadar varoluşsal anlamı da var değil mi? İşte burada kritik kelime, anlam. Ağacın varoluş sal gerekçesi yani.
Ağaçta görünen güzellik ve mükemmelliklerin bir anlamı olmalı... Bu anlamı ağaç dışarıdan, yani Yaratıcısından alır. İşte ağaç, bu anlamın fark edilmesini, bilinmesini, tanınmasını ister. Peki bunu kim yapacak?
Sen yapacaksın, ben yapacağım. Yani biz insanlar yapacağız. Biz insanların görevi kāinatta (ağaç, çiçek, ay, çöl, deve, su, nehir) görünenlere bakarak Yaratıcının mükemmelliğini, güzelliğini övmek, anmak ve dile getirmek.