Evvela, bugüne kadar başına gelen kötü şeyleri alt alta yazıp oku. Bunca kötü şeye rağmen ben nasıl yaşamış, nasıl ayakta kalmışım dersin. Sonra da şu anki dertlerini yaz. Yine, bunca şeye karşın nasıl oluyor da hâlâ nefes alabiliyorum diyeceksin. İşin ilginç yanı şu ki, gelecekte de kötü şeyler yaşayacaksın. O zaman da aynı şeyleri düşüneceksin. Ama bak; yaşadın, yaşıyorsun ve yaşayacaksın. Hayat, senden bıkıp yerine başkasını alana kadar bu döngü devam edecek.
Atam, hâlâ yaşıyorsak:
Edepsizlik sayesinde!
Altı oku soruyorsan,
Politika dehlizinde!
Hele partin senden sonra,
Devrimlerin tavizinde!
Vasfedeyim halimizi,
Kalemime ver izin de!
“Paşa, sen Kürtçe bilir misin?’ İsmet Paşa şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. O bir şey söylemeden ben araya girdim ve hemen, ‘Ekselans, biz Kürtçe bilmeyiz. Zaten bizde Kürtçe konuşulmuyor ve böyle bir dil de yoktur’, dedim. Churchill adamlarından birine sordu. ‘Öyle mi Mister, Kürtçe diye bir dil yok mudur?’ deyince, adam daha önceden hazırlıklı, hemen ayağa kalktı, ‘Olmaz olur mu efendim? Çok zengin bir Kürt dili ve edebiyatı vardır. İsterseniz ‘Dîwana Cizîrî’den bir şiir okuyayım’ dedi. Churchill, ‘Oku’ dedi. Anlamıyorduk ama Farsçaya yakın, nefis ahenkli bir şiir okudu. Ve bu şiirin
Kürtçe olduğunu söyledi. ‘Öyleyse bu şiiri bize yaz’ dedi. Yazdı.Churchill, ‘Bunu İngilizceye çevir’ dedi. Çevirdiler. ‘Bir de Fransızca yapın’ dedi. Onu da yaptılar. Bir de Türkçeye çevirdiler. Ve
bana, ‘Mösyö, sen de gel bakalım. Bu üç dilden aynı fikri ifade etmek için, bakalım metne kaç yabancı sözcük alma mecburiyeti
olmuştur’ dedi. Fransızcadan hiç yoktu. İngilizceden üç beş Latin
kökenli kelime çıktı. Kürtçe aslında dört-beş Arapça kelime bulundu. Ama Türkçe nüsha gelince “dır” ve “ile”den başka, Türkçe birşey kalmamıştı. Kimisi Arapça kimisi Farsça ve diğerleri de
Avrupa’nın çeşitli dillerinden alınma sözcüklerdi. Churchill dört
sayfayı da bizim önümüze koydu. ‘Ayıp değil mi?’ dercesine, ‘Bakın efendiler, yok dediğiniz ve memleketinizin büyük bir bölümünde anadil olarak konuşulan Kürtçenin zenginliğini görünüz’
dedi.
Ölümün farkındalığı ölümden önceki hayatı da daha doğru yaşayabilmek için bize imkan veriyor. Sözün tam da burasında, hayatı daha sakin ve anlamlı yaşayabilmek için bir reçete paylaşmak istiyorum, bugünlerde böyle formüller pek revaçta, basit olmasına basit ama belki de hakikat basit ve sade olanda gizlidir.
1) Sessiz ol. Zihnine bir fırsat ver
_Evet Tolgonay, ama yalnız sen değildin o acıyı
çeken, ben de çok acı çektim. Yaz boyunca o çıplak tarla beni deşilmiş bir yara gibi yaktı, uzun zaman acılarım dinmedi. Tarlaları ekinsiz bırakmak, benim kanımı boşaltmak demektir Tolgonay. Savaş süresince nice nice tarlalar ekinsiz kaldı! Benim en büyük düşmanım savaş başlatandır.
_Haklısın Toprak Ana, oğlum Maysalbek ne diyordu mektubunda?
_Evet Tolgonay, hatırlıyorum.
_Evet Toprak Ana, ikimiz de unutmuyoruz. Bugün Ölüleri Anma Günü, bugün yine her şeyi hatırlıyoruz.
_Hatirlayalım Tolgonay, Maysalbek yalnız senin
değil benim de çocuğum idi, toprağın çocuğuydu. O mektubu tekrar oku bana Tolgonay.
“Oğlum! Sen bir iffet ve asalet tomurcuğusun. Bilhassa tavsiye ediyorum. Bizi var eden Yaratıcı’nın her emrini yerine getirmeye çalış; annenin rızasını amellerin başı bil; senin gibi bir melekle beraber oturmaya münâsip olmayan iblis tabîatlı kimseler ile arkadaşlık yapma. İnsan kim ile arkadaşlık yaparsa onun ahlâkı ile vasıflanır. Bir demir parçası mıknatısa yapışınca çekim hususiyetini kazanıyor.
Sen yüksek meziyetler ile süslenenlerin sohbetlerinde bulunmak şerefini kaybetme, insanlığa, medeniyete hizmetçi ol. İnsanlık namına iyilik et, gece gündüz çalışmak ve gayret yolundan ayrılma ki bu yol pek sağlamdır:
Dâim oku, yaz. Kadrini bil cevher-i ilmin
Atam, hâlâ yaşıyorsak:
Edepsizlik sayesinde!
Altı oku soruyorsan,
Politika dehlizinde!
Hele partin senden sonra,
Devrimlerin tavizinde!
Vasfedeyim halimizi,