Bilge Karasu'yu okumak bir tenhalığın içinde yön duygusunu kaybetmiş bir vaziyette sonsuz sayıda savrulmaya benziyor. Kaybolmaktan korkmayan okuyucular,
onun metinlerinde anlam arama mücadelesini kendi lehine çevirmeyi başarıyor. Aslında yazarımız bu eserinde bizlere kimliğinin anahtarını, benliğinin "Kılavuz"unu sunuyor.Yön duygusunu kaybeden okuyucuya, Oğuz Atay misali "Ben burdayım sevgili okuyucum, sen nerdesin?" diye sesleniyor. Peki bu sesi işitmek onu duymamız ve anlamlandırmamız için yeterli oluyor mu? Bu sorunun cevabını sevgili Edip Cansever : "Anlaşılmak! -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz" dizeleriyle , "anlamak" eyleminin güçlüğünü "anlaşılmak" eyleminin ise ulaşılmazlığını tarif ederek veriyor . Eserin başkişisi Uğur'un benliğinde var olan tüm duyguları düşleri vasıtasıyla ortaya çıkması sanki Karasu'nun usunun bir yansıması olarak bizlere sunuluyor. Eserin başından sonuna dek buhrandan,gerilimden,korkudan ve gizemden ibaret bir tablo imgeliyoruz. Yılmaz'ın Uğur'a hediye ettiği Goya tablosu gibi. Sahi, tablonun altında yazdığı gibi usun uykuya dalması canavarlar mı üretiyor? Uğur'un usunu meşgul eden düşleri , onun durmak bilmeyen "abuklamaları" yaşamı boyunca keçilerinin peşinden giderek hayat oyununu yazma eylemiyle yeniden kurgulamasıyla mı anlam buluyor ? Bilge Karasu yaşasaydı ve onunla karşılaşma imkânım olsaydı ona zihnimin köşelerini her seferinde yeniden keşfetmemi sağladığı için içten bir teşekkür ederdim.