Merhaba dostlar. Ne zaman güzel bir kitap okusam, bunu mutlaka herkes okumalı diyorum. Keşfettiğimiz güzellikleri sadece kendimize saklarsak ne anlamı kalır değil mi? Benim keşfettiğim bu güzelliği kitap dostlarım da keşfetmeli, bu güzellikten mahrum kalmamalı diye düşünürüm hep. Bu yüzden de biraz fazlaca alıntı paylaşırım. Daha doğrusu çok not
Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura
Ayfer Tunç'tan; Dünya Ağrısı, Kapak Kızı, Yeşil Peri Gecesi, Osman, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi, Evvelotel-Saklı, Ömür Diyorlar Buna, Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek, Kırmızı Azap, Suzan Defter ve Memleket Hikâyeleri’nden sonra okuduğum 13. kitap...
Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura; Umut’un
Sene 2009… Üniversite hayatımın ilk yılları… “Topluma Hizmet Dersi” kapsamında körler okuluna gideceğimiz söylendi. Tam adıyla “Gaziantep GAP Görme Engelliler Ortaokulu”. İlk duyduğum anda gitmek istemedim çünkü dersine gireceğimiz sınıf, görme engellilerden oluşan bir sınıftı. İsteksiz olma sebebim o hüzün dolu duygu dolu atmosferi bünyemin
¶¶Elimde hiçbir kapıya uymaz anahtar şimdi size aşka, hayata, ölüme dair yerli yersiz cümleler söyleyeceğim. ¶¶
¶¶Ne söylesem bir evvel söylediğimin ya şerhi ya ezberi çıkıyor. Başka kelimelerim yok benim. Tekrir de diyebilirsiniz zarifane, tekrar da diyebilirsiniz arifane. Hepsi de kabulümdür benim. ¶¶
Nerden başlarım bilmiyorum lakin demiş
Hayvan Çiftliği kitaplarından çok iyi tanıyor. Bu iki eseri de kusursuz. Amacı ve anlatımı net, çizimi harika eserler. Ama gördüğüm kadarı ile bu iki kitabı hariç çok fazla okunmuyor. Bu söylediğim iki kitabın seviyesine de çıkabilmiş değil diğer eserleri de. https://1000kitap.com/bidunyakitapgrubu da sanırım bundan yola çıkarak oylamaya önce bu
Kelebek kanadındaki toz gibi idi varlığın, gün geçtikçe siliniyordu benliğin. Her kanat çırpışta her göğe bir adım daha yaklaştıkça kaybediyordum seni. Saydam, şeffaf bir kanada eriştiğimde sen olmayacaktın ve belki bende uçma yetisini kaybeden bir tür böceğe dönüşecektim. Nasıl görünürdü, nasıl karşılanırdı bilmiyorum lakin bir karınca sofrasına meze olmaktı sensiz kalmak.
Anladım....
Sonum oluyordun her nefeste, nasıl ve ne zaman elim sana yetişmeye kalksa yeşeriyordu ümit. Gözyaşları oluk oluk akıyordu. Akmasına aldırmıyordun da inadına tebessüm edip kahkahayı basıyordun. Sonra zaman kavramını ortadan kaldırıp “Bekle, ne yap ne et bekle” diyor kahkahana kaldığın yerden devam ediyordun. Acımız hafifliyor ölüyorduk yavaş yavaş.
Ölüyordum…
Düz bir kapı açılıyordu semaya doğru binlerce merdiveni olan. Avuçlarımda sen çıkıyorduk bir bir yukarıya. Nasıl tutuyordum seni, yara alma diye sıkmadan, kaçma diye gevşetmeden avuçlarımda seni. Bir fenalık gelmesin diye defalarca siper ettiğim gövdemi daha hangi şarapnel parçalarına vurdurup hücrelerime ayıracaktın. Eti kemikten söktüğün gibi beni sensiz bıraktın sessiz bıraktın.
Ağladım….
"Paul Brant isimli doktor; "Cüzamlı insanlara acıyı armağan etmek isterdim" demiş!
İlk bakışta çok saçma geliyor değil mi? Acı hiç armağan olur mu insana? Olsa olsa ceza olur! Ama olmuyor işte! Çünkü cüzam hastaları acıyı hissedemedikleri için, her tarafları kendileri hiç farkedemeden yara bere içinde kalıyor; o yara bere içinde oluşan enfeksiyonlarda vücudlarını bitiriyor!
Bende bu dünyanın milyonlarca ruhu cüzamlı insanına acıyı armağan etmek isterdim! Belki acıyı hissedebilselerdi yanlış kararlarının, tutumlarının, hıslarının, kinlerinin, nefretlerinin toplumda açtığı büyük yaraları da hissederlerdi ve böyledece koskocaman dünya da devasa bi ceraatlı çıbana dönmez; böyle hazin, böyle garip, böyle paramparça tükenmezdik yavaş yavaş!🖌
“Kurtlarla koşan kadınlar”
Bu serüven, bana ,kızkardeşim, annem, yol arkadaşım, sırdaşım, rehberimin tavsiyesiyle aynen şu ruh halindeyken
‘’Sanırım ölüyorum ve yapabileceğim hiçbir şey yok’’ dediğim bir anda..
Onun bana ; evet tekrar başlaman için ölmen gerekiyordu ve öldün, şimdi git kitabı oku! demesiyle başladı ve inanın bana tekrar tekrar
Çocuklukta yaşanan acıların inkarı ve bunun hayatlar ve toplum üzerindeki etkisine odaklanan felsefe, psikoloji ve sosyoloji öğrenimi görmüş ünlü Psikanaliz ve yazar Alice MİLLER.
Ona göre Sigmund Freud; “bütün suçu çocuğa yükleyip ebeveynleri kayırarak hüküm süren ahlaka çekinmeden kendisini bırakmıştır.”
Dördüncü emir tarafından kontrol
Bütün anneler, annelerin en güzeli,
Sen, en güzellerin güzeli.
Onüçünde evlendin,
Onbeşinde beni doğurdun,
Yirmialtı yaşındaydın,
Yaşamadan öldün.
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum.
Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı.
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba,
Ve karyola bile yoktu
Yalnızlıklar…
Bir kelime kaç farklı şeye benzetilebilir? Bir kelimeden yola çıkarak kaç farklı diyar gezilebilir? Kurulan cümleler, sanatlı dilde yazılmış her metinde olduğu gibi insanı duraksatıp düşündürüyor. Hele ki vakit gece yarısını çoktan geçmiş, saat 4’e ramak kalmış, geceye karışan köpek sesleri ve hafif bir lamba uğultusundan başka ses
Dili çok güzel, sade ve akıcı. Altı çizilecek ve alıntı yapılabilecek yığınla satır dolu bir kitap. Şahsen ben okumaktan büyük keyif aldım, yaşamın her alanından izler buldum. Hiç bitmesin istediğim “Bir Delinin Senfonik Dokundurmaları” isimli şiirini aşağıya alıyorum.
-Sevgi,
Kilidi olmayan tek hazinedir.-
-Sevgisiz kalp ışık girmeyen mabet