Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Halise

Dostluğumuz ve ruhdaşlığımız Allah'tan bir lütuf, eşsiz bir armağandı. Yarenlikte büyüdük, şad olduk, tomurcuklandık, çiçek açar gibi kelime açtık, tamlığı tattık. Kimse tek başına hamlıktan olgunluğa geçemez. Seni kuş gibi bir makamdan bir makama uçuracak yol arkadaşını bulmalısın. Ve buldun mu, kendini değil, onu ululamalısın.
Sayfa 304Kitabı okudu
Reklam
Oysa Aziz için zaman şu an demekti. "Şimdi" dışında her şey bir yanılgıdan ibaretti. Aynı sebepten ötürü, aşkın ne "gelecek planları" ne "dünün hatıraları" ile ilgisi olduğuna inanıyordu. Aşk sadece şimdi ve buradaydı.
Sayfa 185Kitabı okudu
Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir canlılar vardı, bir de canlı olmayan şeyler. Canlılara dikkat etmeliydi. Canlı olmayan şeyler hep oldukları yerde duruyor ama canlılar sürekli hareket ediyorlardı ve ne yapacakları belli olmuyordu. Onlardan beklenebilecek tek şey, en beklenmeyecek şeydi ve bu yüzden de her zaman tetikte olmalıydı.
JULIET Ah Romeo, Romeo! Neden Romeo'sun sen? İnkar et babanı, adını yadsı! Yapamazsan yemin et sevdiğine, Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben. ... Benim düşmanım olan adındır yalnızca Sen sensin, Montague olmasan da. ... Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile Kokmaz mı aynı güzellikte?
Reklam
Bildiğim tek şey şu, uzak olabilmek için günahtan, vazgeçtim insanlarla beraber olmaktan.
Okumamak için kitaplar alsak; konserlere gitsek ama ne müzik dinlesek ne de kimlerin geldiğine baksak; yürümekten yorulduk deyip uzun gezintilere çıksak ve gidip kırlarda kalsak, sadece ve sadece kırlar bizi uyuşturduğu için.
Dünyada her şey gelip geçicidir, baki olan arkadaşlıktır. İnsanoğlu arkadaşlığın kıymetini bilmiş olsaydı, insanoğlu böyle eşek olur da birbirini yer miydi, her şeyin üstündedir arkadaşlık.
Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkar edemeyeceğini, dolayısıyla vatanımız, ulusumuz zararına olarak verilen kararların mutlaka iflas etmeye mahkûm olduğunu söyledim.
Bence dünyada öğretmenlik gibi hiçbir meslek yok ki sadece bir saatlik bir dersle bile bir insanın kaderini etkileyebilsin. Onların anılarını yaşatmak, sadece öğrencilerin değil, hepimizin boynunun borcudur...
Reklam
Şimdi televizyonlar kötü dizilerle, kötü türkülerle, kötü oyunlarla dolu. Halkın elinden hiçbir şey gelmiyor. Her yönüyle, beyniyle yüreğiyle gece gündüz yıkanan bir insanlık...
Ve şimdi bugünkü dünyada bir şiir, bir roman okumamış çok kişi var. Kötü, çirkin bir epope olamazdı. Halk onu birkaç yıl hiç dinlemez, kusardı.
Tagore da Gitanjali-İlâhiler eserinde ölümü, "Annesini emen çocuk huysuzlanmaya ve bağırmaya başlayınca anne onu teselli etmek üzere sağ göğsünden alarak sol göğsüne yerleştiriverir" diyerek artık bu dünyanın doyuramayacağı insan için yeni bir dünyaya benzetiyordu.
Çünkü öğretmen sadece kendi yaşamını inşa etmez; kendisiyle birlikte öğrencilerinin ve bir ülkenin de geleceğini inşa eder.
Niyetinin saflığını keşfetmiş öğretmen güçlüdür. Güçlü öğretmeni öğrencilerin içi bilir; onu hem sever hem de sayarlar.
Acı çekmeye başlamazsak yanmaktan kurtulamayacağız.
Reklam
Hayat, magmanın tabanları yakmaya başlayacağı güne kadar var. Daha sonrası yok. Küllerin aşkları, dostları olmaz. El ele bile tutuşamazlar. Rüzgar izin vermez. Savrulurlar. İnsanlar gibi. Bronzlaşmış tatilcilerin tanımadıkları denizlerin akıntılarına kapılmaları gibi... Yanık kokan bir dünya. Tüten insanlar. Dumanlı bir hayat. Cehennemden biraz daha serin bir dünya...
Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.
Birden bambaşka bir açıdan görmeye başladı her şeyi. "Körbağırsakmış, böbrekmiş... bunlarla hiç ilgisi yok! Yaşam ve... Ölüm! İşte o kadar! Yaşıyordum... Bir yaşamım vardı ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyorum.
Doğal felaketin önyargısı yoktu. Doğa karşısında ne kara derili ne kızıl derili insanlar vardı. Tanrı'ya inanmış ile ateist arasında fark yoktu. Bu felaketler, efendi ile köleyi, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, sömüren ile sömürüleni eşit hale getiriyordu. Kırılan toprak katmanının ya da dev dalgaların yuttuğu insanlar sıfatlarına göre belirlenmiyordu.
Kişilerin kendi yansıması ile her zaman barışçıl olduğu düşünülemez. Bazen, kişi kendi yansısını yaralar, kırar ya da parçalar. Bu durumda bile kişi, verdiği yıkımın derecesini görmek için aynaya bakma gereği duyar.
Çöl ile deniz arasında fazla bir fark yoktu. Biri kum tanelerinden oluşmuştu, diğeri ise şu damlalarından. Burada da doğanın bir orkestrası vardı ve her bölge kendi bestesini seslendiriyordu. Sakin gibi görülen suların altında sürekli bir canlılık olduğu gibi, bu geniş çöl düzlüğü de sayısız yaşam biçimini gizliyordu.
Reklam
Bu beş lirayla pekala karnımı doyurabilir, ısınabilir, giyinebilir, dünyanın parasız olan bütün nimetlerinden faydalanabilirim. Gökyüzünün parlaklığı, denizin mavisi, ağaçların yeşili, toprağın sıcaklığı, suların sesi, havada uçan kuşlar, rüzgarın getirdiği çiçek kokuları... Nasıl vazgeçerim bunlardan? Hayır, ölmek istemiyorum...
Kimileri derler ki intihar bir irade işidir. Ben buna inanmıyorum. İntihar bir iradesizliktir. Dünyadaki güçlükleri yenebilen, o iradeyi gösterebilen kimse kolay kolay ölüme razı olmaz. Ölüme razı olan, hiçbir şeyle cedelleşemeyen, bu savaşta bütün ümitlerini kaybeden kişidir. O ümitleri kaybetmek için de insanın, kendisini dünyaya bağlayacak hiçbir şeyi olmamalı. Ne para ne pul ne aşk ne muhabbet ne şeref ne namus.
Kim bilir belki de diyordu ki içinden "Ben kamburum, o değil." ama ne malum benim de iki gün sonra, bir kazadan iki kolumu yahut iki bacağımı birden kaybetmiş olarak çıkmayacağım? Üstelik ben o zaman hayata, bunun kadar da uyamayacağım.
Bir sanat eseri, bir şiir tanımlara tutsak edilemez ama doğanın sırları tanımlanmalı.
Kavuşmak istemiyordu. Çünkü kavuşmak beklemenin tükenişi ve kavuşulacak yeni şeylerin belirlenmesiydi. Kavuşmak, doğada keşfedilmemiş sırların kalmaması, bir şiirin bitmesi, dizelerin tamamlanmasıydı. Yeni bir şiire, yeni bir coşkuya dayanacak gücü bulamıyordu kendinde. Şu an kavuşmak, "bekleme" ile yaşadığı duygulara bir ihanet olacaktı.