Çocuklar "yetiştirme" adı altında ne kadar acımasız bir şekilde sevgiden mahrum bırakılır, yadsınır ya da kötü muamele görürse, yetişkin oldukları zaman -en çok ihtiyaç duyduklarında o sevgiyi vermeyen- aynı anne babaya ya da onların yerindeki kişilere o kadar çok bel bağlayacaklardır.
1862 yılında otuz iki yaşındaki Lev Tolstoy, henüz on sekizindeki Sonya Behrs ile evlenmeden birkaç gün önce aralarında hiçbir sır olmaması gerektiğine karar verdi. Bu kararın bir parçası olarak günlüklerini ona okuttu ve genç kızın hem ağlaması hem de oldukça kızması onu çok şaşırttı. Günlüklerine eski aşk ilişkilerini yazarken yakında yaşayan
''Din kardeşlerim, varsıllık bir insanın sahip olduklarında değil; fakat, varsıllığı olmadan yaptıklarındadır. Tanrı'dan korkun! Tanrı'dan korkun! Yaşlandığınız zaman da, fakat gençken de O'ndan korkun! Güçsüz olduğunuz zaman O'ndan korkun, fakat güçlü olduğunuz zaman da O'ndan korkun! Güçlü olduğunuz zaman O'ndan daha da çok korkun, çünkü o zaman Tanrı daha da acımasız olacak. Ve şunu da bilin ki Tanrı'nın gözleri bir sarayın görkemli kapılarının ardında olanları da görür, bir kulübenin kerpiç duvarları arkasındakileri de. Sarayların duvarları arasında neler görüyor acaba?"
Zaman, sen ne büyük öğretmensin, ah saygıdeğer zaman, sen ne büyük bir bilgesin! Gaddar bir bilgesin ama. Acımasız. Gerçekler biraz da saklanmalı değil mi? Birazcık, çok değil. İnsanları içkide boğulmaya ya da beynine bir kurşun sıkmaya kalkıştırmayacak ölçüde olsa yeter.
Psikolog Harry Harlow bir dizi ünlü (ve akıl almaz derecede acımasız) deney yürüterek çok önemli sonuçlara ulaştı. Deneylerde bebek maymunlar doğumdan kısa zaman sonra annelerinden koparılıp küçük kafeslerde yalnız bırakıldılar. Bebek maymunlara dolu süt biberonu olan, metalden yapılmış oyuncak bir anne modeliyle, üzerine yumuşak kıyafetler giydirilmiş ancak biberonu boş olan bir anne modeli sunulduğunda bebek maymunlar açlık pahasına bir parça beze sarılmayı tercih ettiler.
Bebek maymunlar, John Watson ve Infant Care uzmanlarının anlayamadığı bir şeyi bilmektedir: Memeliler sadece yemekle yaşayamaz, duygusal bağlara da ihtiyaç duyarlar.
— Kuyruğunu nasıl bir kaza sonunda yitirdiğini sordum.
— Kaza maza değildi! Acımasız, aşağılık, utanç verici bir işti. Kuyruğumu etimle kemiğimle birlikte kestiler.
— Ne korkunç!
— Korkunç mu! Ah! korkunçtu ama sadece acısı değildi. Bu hayat boyu süren bir haksızlık, hayat boyu hissedilen bir kayıp. Fakat Tanrı’ya şükür, artık yapmıyorlar bunu.
— O zaman niye yapıyorlardı?
— Moda diye! Her ne demekse bu. Sanki bizi yaratan güzel Tanrım bize ne gerektiğini ve neyin en çok yakıştığını bilmezmiş gibi..
Sevgili Anneciğim,
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.
Şimdi mucizevi bir yerdeyim Muc'ın ucuz evinde
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem Duvarlara hep senin resmini çiziyor
di'li geçmi zamanda birçok resim,
Hep gülümsüyorsun
Aklının ortasında
Yokluğun buz gibi soğuk
Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna,
—“Sizin aynanız yok mu?”
—“Çok acımasız. Bana sırf kırışıklarımı gösteriyor.”
—“Benimki daha terbiyeli. Hiçbir zaman gerçeği söylemiyor.”
—“Size aşık öyleyse.”
Sayfa 70 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu