Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
1960 da yazılmış kitaptan 2022 ye :))
son zamanlar da eğlence için yapılan hokkabazlıkların ne kadar tipik bir örneği değil mi ? içinde gaddarlık emareleri barındıran bayığılık ve belki belli belirsiz sapkın bir erotizmin katkısıyla .. şişirilip truvalı helen'e dönüştürülen tezgâhtarlar .. komik olmaya çalışan küçük adamlar .. çığlık atan aptal çocuklar .. yol yordam biliyor olması gereken yetişkinler ..
“ Solcular, özellikle 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi için ‘ devrim’ tanımını kullanmaya bayılırlar. Hatta bunun geçmişte bayramı bile vardı ve bütün Türkiye’de kutlanırdı. 12 Eylül sonrasında kaldırıldı.” Nedeni ise; “ İlk ülkücü asılarak şehit edildi.” Mustafa Pehlivanoğlu 7 Ekim 1980.” Hemen öncesinde bir devrimci genç aynı yerde idam edilmişti. Eşitlik yanlısı darbeciler bu konuda da düşüncelerini açık olarak ortaya koyup sistemlerini açık ettiler. “ Bir sağdan, bir soldan.” Kimlik, suç, adalet önemli değildi.
Sayfa 181187Kitabı okudu
Reklam
1960 darbesi gerçekte Demokrat Parti'nin Marshall yardımıyla başlayan Amerikan hegemonyasına girmiş ekonomi çerçevesine karşı asker-sivil aydınların yaptığı bir darbedir.
Sayfa 144Kitabı okudu
HAREM DAİRESİ'NİN RESTORASYONUNDA GÖREV ALAN ROBERT ANHEGGER
Sözü, 1960'larda Harem Dairesi'nin restorasyonunda görev alan insaflı Fransız tarihçi Robert Anhegger'e bırakalım... Robert Anhegger şöyle diyor: “Onarımı esnasında Harem'in Avrupalıların yüzyıllarca yazıp çizdikleriyle hiçbir alakası olmadığını fark ettim. Harem padişahın dilediği kadınla yatması için düzenlenmiş bir kurum değil. Zaten haremin mimarisi bu amaca göre düzenlenmemiş. Bu mimari yapı içinde padişahun cariyeleri görebilmesi için kuş olup uçması lâzım. Zira kapılar, daireler geçişler başka yoldan hareme ulaşmasına izin vermez. Cariyeler 25 kişilik koğuşlarda kalıyor. Üst katta onlara nezaret eden kalfaların dairesi var. Kalfaların cariyeleri her an çok sıkı denetimi söz konusu. Padişahın annesi kendi bölümünde, padişahın kadınları ayrı bölümde, padişah ise kendi dairesinde yaşamaktadır. Padişahın kadınını annesi seçip oğluna sunmaktadır. Padişahın kalkıp cariyeler bölümüne geçebilmesi imkânsızdır. Belli ki harem bir üniversite olarak tasarlanmış. Cariyeler o üniversitenin öğrencileridir... Burada yaşayanları bir dakikası dahi boş geçmiyor, sürekli eğitim görüyorlar. Ayrıca biçki, dikiş, nakış gibi el sanatları öğreniyorlar... Cariyeler köle değil , hele cinsel köle hiç değil... Bence doğru deyim, cariyelerin padişahın evlatlıkları olduklarıdır."
Yıl 1960 (:
Ders kâbus ha­line gelmiştir; neşve ile doldurucu bir ziyafet ve şenlik değil; dip­loma arzusu ve istikbal endişesiyle çekilmesi mukadder bir dert, ta­şınacak bir yük, dolacak bir çile.
Sayfa 84 - Dergah yayınlarıKitabı okudu
. MURAT MENTEŞ: Orhan Gencebay'ı seviyorsunuz bildiğim kadarıyla. NEŞET ERTAŞ: Çoook! 1960'ların başı. Beyoğlu'nda bir saz evinde tanıştırıldık. Sazı fırtına gibi çaldı. Sonra "bu da bizim Allah'a yakarışımız" dediydi. .
Sayfa 84
Reklam
Özgür olmadığım için mi mutsuzum yoksa mutsuz olduğum için mi özgür değilim bilmiyorum.(Serseri Aşıklar/1960)
Sayfa 167 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Ateşi bol olsun … Atatürk’ e ne dediği herkesçe biliniyor.
1960 yılının Mart ayında Nur Cemaati lideri Said-i Nursi Urfa’da kaldığı otelde öldü.
Doğan YayıncılıkKitabı okudu
Yıl 1960, Nurettin Topçu' nun tespitleri
Lise öğretiminin, böyle bir ihtisasa doğru gitmesi zamanı gel­miştir. Bunu kabul etmezsek, yetiştireceğimiz nesiller, iki gruba ay­rılacak: Üniversite mezunları, lise mezunları. Koca bir memleketin, bir ziraat memleketinin bütçesinin hemen yarısını kendilerine tah­sis edeceğimiz bu iki zümreden birinciler kuvvetli ve değerli tavsi­yelere yapışarak kalemlerin baş tarafındaki maroken koltuklara ku­rulacaklar, emredecek, şiddet kullanacaklar ve her kâğıdı imzalaya­caklar. İkinciler ise, çok sıkıntı ile açık buldukları bir kapıdan içeri uzanarak, kuru sandalyalarda ömür çürüteceklerdir
Sayfa 118 - Dergah yayınlarıKitabı okudu
Bediüzzaman Said Nursî
Bediüzzaman Said Nursî
Onu sevenler İpek Palas Oteli'nin 27 numaralı odasında vefat ettiğini bilirler. Neden o hasta haliyle Anadolu'nun mübarek topraklarını terkedip Urfa'ya doğru yola çıktığını merak etmezler. Memleketinde ölmek istemiş olamaz. Tarihin bir kazası olarak yolu düşmüş olmalı. Halilürrahman'da defnedildikten sonra 1960 darbesini yapanların neden gelip üstadlarının mezarını parçalayıp naaşını çaldıklarını da çok sorgulamazlar. Dine düşmanlık saikiyle bu işi yaptıklarını düşünürler. Bunu ihtilalcilerin haksız ve saygısız bir tasarrufu olarak görürler ama gizliden gizliye 'fena da olmadı' diye düşünürler. Zira mezarı çalanlar kılıfını da hazırlamış ve kitaba koymuştur: Zaten Bediüzzaman "mezarının bilinmesini istememişti." Halbuki mezarının gasp edilmesi Nursi'ye özgü ve 27 Mayıs cuntasının münferid bir eylemi değildi. Şeyh Said ve arkadaşlarını idam eden devlet, cenazelerini gaspetmişti. Yine Seyyid Rıza'yı katleden devlet onun da mezarını çalmış ve mezarsız bırakmıştır. Bunlar doğumu engellenememiş Kürtler idi. Yani vesayet altında ve tarihin radarına yakalanmadan ölen Kürtlerin aksine bunlar çuvalı yırtan mızraklar misali tarihe kendilerini inkâr edilemez şekilde yazmayı başarmış isimlerdi.
Sayfa 65 - Avesta Yayıncılık
Reklam
Çoğunluğunu 1950-1960 yılları arasında İngiltere’nin sömürgelerinden gelen işçi göçmenlerin oluşturduğu topluluklar bir yandan insanlık dramına sahne olurken bir yandan da birlikteliğin yarattığı umudun yeşerdiği yerler.
1960 yılında ABD' de yapılan deneysel bir araştırmada, bir hastanede yeni doğan bebeklere, yetişkin bir insanın kalp sesleri dinletildiğinde bu bebeklerin çoğunun ağlamalarını kestikleri ve bir bölümünün uykuya daldıkları gözlemlenmiştir.
“Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı, Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı, Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta, Yürürken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç, Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç, Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta, Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan, Durup dururken kafamda bir güneşli duman, Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne, Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne…” - 8 Eylül 1960
Sayfa 62
Seviyorum seni
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi, Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi. İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldayan birşeyler gibi Seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!" der gibi. 27 Ağustos 1960
İsimsiz Şiirler
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.