Çan, Iris Murdoch’ın dördüncü romanı. Kronolojik ilerlemiyorum ancak benim de yazardan okuduğum dördüncü kitap oldu. Murdoch her kitapta beni ayrı etkiliyor. Çan, genç bir kadın Dora ve eşi Paul’ün sorunlu evliliğiyle başlıyor, oldukça etkileyici bir girişe sahip. Yazardan daha önce okuduğum romanların aksine bu kez Londra’da değil, İngiltere’nin tenha bir kasabasında ilerliyor kurgu. Paul’ün sanat tarihi ile ilgili araştırması nedeniyle, kendi manastırı da olan ücra bir bölgeye geçici bir süreliğine gidiyorlar. Burada Murdoch, adeta bir mikro toplum yaratıyor ve insan doğasının tüm çeşitliliği, insan karakterinin tüm karmaşasıyla beraber ahlaki doğrularla yaşama uğraşını sorguluyor. Her karakterin oldukça ilginç olduğu romanda, yine insan ilişkileri ile ilgili tespitler çok vurucu. Kitabın okuru etkisi altına alan bir atmosferi var, hatta okuduğum Murdoch romanları arasında en güçlü atmosfere sahip kitaptı kesinlikle. Murdoch’ı benim için çok başarılı bir yazar yapan, yalın ve basit bir üslup ve son derece sağlam bir kurguyla, hem edebi açıdan doyurucu hem de felsefi alt metin barındıran eserleri yazmış olması. Yani ne felsefi kaygıları kurguyu boğuyor, ne de edebi eser yazma kaygısıyla irdelemek istediklerini arka plana atıyor. Bence bu dengeyi tutturmak muazzam bir başarı ve çok az yazar bunu yapabiliyor. Okuduğum diğer tüm Murdoch kitapları gibi yine elimden bırakamadan okudum ve çok sevdim. Murdoch okumadıysanız lütfen okuyun, Ağ ile başlamanızı tavsiye ederim. Çan, en son İmge Kitabevi tarafından 1992’de basılmış, şu an ne yazık ki basımı yok ancak sahaflarda oldukça uygun fiyatlara bulabilirsiniz.