Dikkat! Kitap içinde geçen alıntılar ve ufakta olsa konuya yaklaşım olduğundan, bazı kişiler tarafından inceleme içeriğinde spoiler varmış gibi algılanabilir. Lütfen, bunun bilinci ile okumanızda fayda var…
> Konusu itibariyle kitapla bağdaşacağı için, bu incelemeye şu söz ile giriş yapmak isterim; ❝İnsan yaşamı ne zaman başlar? Ana rahmine
Bize kıyılara çıkmayan dalgalar, çocukları yutmayan sular borçlusun İstanbul... Boğaz’ı geçen balıkları sayan deli bir muhasebeci, balıkların peşine takılıp Haliç’e giren şaşkın bir yunus, yunusa yalanırken rakı bardağına düşen bir kedi, kediye kaftanlardan kefen diken bir terzi borçlusun. Bize dipsiz çöp kutuları borçlusun İstanbul... Kız
... Hâlâ düşünüyorum. Bulutlar geçip gidiyor üzerimden.. Büyük bulutlar, küçücük bulutlar.
Herhalde o küçük bulutlar büyük bulutların
çocukları olmalı. Acaba bulutları mı yazsam?
Şanslı bulutlar diye düşündüm.... Gerçekten
şanslı olduklarını düşünüyorum. Çünkü dünyada
istedikleri her yere gidiyorlar. Kimse onlara hesap sormuyor. Başka başka ülkelere gidiyorlar. Ne pasaport gerekiyor, ne vize...
Beyaz bulutlar iyi bulutlar olmalı.Yağmur getiren kara kara bulutlar da kötü niyetli bulutlar. Hep beyaz bulutlara saldırıyorlar. Beyaz bulutlar kaçıyor ama kara bulutlar önlerini kesiyor. Tam yakalayacaklar, birden rüzgâr çıkıyor. Vuuuu... Çok güçlü bir rüzgâr, Beyaz bulutların dostu. Var gücüyle beyaz bulutlara doğru üflüyor, üflüyor, üflüyor.
Kara bulutlar yetişemiyor... Kızgınlıklarından
bağırıyorlar. Gümbür gümbür... Gök gürlüyor... Silahlarını gönderiyorlar beyaz bulutların üzerine. Şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyor ve bir de bakıyorsunuz beyaz bulutlar çoktan gitmişler. (...) Bulutların kavgası..
Ferenc Molnár'ın çok sayıda romanı olmasına rağmen sadece A Pál utcai fiuk (Pál Sokağı Çocukları) adlı başyapıtı ile çok ses getirmiştir ve bu romanla tanınmıştır. Bu eseri Edebiyat hocasının yayımladığı gazete için onun da bir şeyler yazması için verdiği teklifi ile , Ferenc Molnár'ın da hocasını kırmamak adına yazdığı bir eseridir.
Gazetede
Hüseyin Albert Cihangir / Zahiri
Bütün kitap severlerin bayılacağı büyülü bir dünya sunuyor bize #Zahiri. Aksiyonu hiç eksilmeyen, aşkı sevgiyi tüm kalbinizle hissedeceğiniz fantastik bir kitap. Gerçek ile hayal dünyanızın iç içe geçeceği, yer yer duygulanıp gözyaşlarına boğulacağınız yer yer de mutluluktan bulutların üstünde gibi hissedeceğiniz
BU KADINLARIN ÇIĞLIKLARINI DUYUN! (Sema Maraşlı)
On sekiz yaş altında evlenmenin cezasını çeken genç kadınlar onlar. Severek isteyerek düğünle dernekle evlendikleri kocaları hapiste, gerçek tecavüzcülerle aynı koğuştu yatıyor. Onlar da dışarıda babasız büyütmek zorunda kaldıkları çocukları ile hayat mücadelesi veriyorlar. Kocaları hapiste
Gece yarısı...
Göğe bakınca kendi iklimini yakalar insan
Nefes aldığını hisseder uykuya dalmış bulutların
Ve şarkılar mırıldandığını Tarık adlı yıldızın
Mesela bu saatler iyi saatte olsunlar saatleridir.
Bu saatlerde izafiyetin içinden geçer bütün paralel boyut
Ve bu saatlerin kesinlikle Ademoğluyla bir derdi vardır.
Bu saatlerde
Yazmayacağım.
Yaprakları okuyacağım bundan sonra
Çakıl taşlarının rüyasını göreceğim
Ağaç kökleriyle bulutların şarkısını söyleyeceğim
Çocukları seveceğim, yalnızca çocukları
Esselamu aleykum.
Kitaba başlarken Nureddin Yıldız'a doymuşluk hissiyatı vardı içimde. Bu hisle başlayınca kitap bitmek bilmedi bir türlü. Beş günde bitirmiş görünsem de çok daha uzun zamandır elimde süründü maalesef..
Ne zaman ki "doydum" değil "açım" dedim, yazar bana ikram etti Rabbimizin ona verdiği ilim
Yazmayacağım.
Yaprakları okuyacağım bundan sonra
Çakıl taşlarının rüyasını göreceğim
Ağaç kökleriyle bulutların şarkısını söyleyeceğim
Çocukları seveceğim, yalnızca çocukları
Her akşam denize ay kandilleri asacağım
Buğday tarlalarının uykusunu uyuyacağım bir daha
Küçük kasabaların dükkânlarını açacağım sabahları
Sonra dünyanın bütün yollarına gideceğim
Kuşlarla ormanların uğultusunu paylaşacağım
Börtü böceğin gözlerinde seyredeceğim yıldızları
Fazlasıyla uzun ve anı içeren bir yazıdır.
Ne zaman bunca hırstan bunca kötülükten bunca karmaşıklık ve kocaman bir yalnızlıktan sıkılsam Küçük Prens'e sığınmış bulurdum kendimi. Ama bu kez beni Küçük Prens'e yönelten şey yorulmuşluğum değil kendimi büyük olmaya fazla kaptırmışlığım oldu.
Daha yeni çalışmaya başladığım ve haftada iki kez
Bu ağızdan yayılan ışıkta mahpus kız,
odanın her tarafında ne işe yaradığını anlayamadığı korkunç aletler gördü. Ortada doğrudan doğruya yere serilmiş meşin bir döşek vardı; üstüne, tavandaki kilit taşına oyulmuş basık burunlu bir canavarın ısırdığı bakır bir halkaya geçirilmiş tokalı bir kayış sarkıyordu. Çeşitli kıskaç ve kerpetenler, kocaman
Geçmiş , hiçbir zaman unutulmuş değildir
Geçmiş , geçmiş bile değildir (syf.23 )
Doğmamızı sağlayan insanlarla aramızdaki bağ en güçlü bağdır . Kaç yıl geçerse geçsin , kaç ihanet yaşarsak yaşayalım ailede ne kadar mutsuzluk olursa olsun hiç önemli değil . Kendi irademiz pahasına olsa bile onlarla bağımız devam eder ( syf.77)
Travmalarımız ,
Yok ya Abbâs’ı bilmeyen, kimdi? ...
O sahâbîyi dinleyin şimdi: «Bir karanlık geceydi pek de ayaz...»
İbni Hattâb’ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a’râbî!
Bembeyaz