Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Hayvanlar Mahkemesi
Sabaha bir saat kalmış. Neredeyse gün ışıyacak. Elimde kalem, önümde kağıt, gözlerim kapanıyor, başım göğsüme düşüyor. Bir duman içinde kalıyorum. Sonra kendimi bir ormanda buluyorum. Bir kaç geyik: – İnsaaan, insaaaan…. Koşun kardeşler, burada bir insan var!.. diye bağırıyor. Ormanın içinden, her ağacın arkasından bir hayvan
İnsan sadece iki şekilde huzur bulabilir: O yeniden bir hayvana dönüşebilir. O zaman o tek olacaktır, o zaman hiçbir bölünme olmayacaktır, o zaman huzur olacaktır, sessizlik, ahenk... Ve milyonlarca insanın yapmaya çalıştığı şey farklı şekillerde hayvan olmaktır. Savaş insana yine hayvan olma şansı verir; bu yüzden savaşın büyük bir çekim gücü
Reklam
Sen, sen olarak yok olmak zorundasın, o zaman gerçek ortaya çıkar. Gerçeğin ne olduğuna dair hiçbir fikre sahip değilsin, rüyalarında bile. Sen gerçek dışısın ve gerçek dışılıkta yaşıyorsun. Rüyalarda yaşıyorsun, uykuya dalmış vaziyettesin. Uyanışın nasıl bir şey olacağını kavrayamazsın. Yalnızca bir tek şey söylenebilir: Bildiğin hiçbir şeyi
Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu’nda büyümüş, Beyoğlu’nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden… Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi… İnsanın
Aziz Ayyaş
1934 yılı. Bir bahar akşamı. Yaşını başını almış bir beyefendi, Seine’in üzerindeki köprülerden birinin taş basamaklarından aşağıya, kıyıya doğru iniyordu. Burada, tüm dünyanın da bildiği üzere – yeri gelmişken, bir kez daha insanları yoklayalalım- Paris’in evsizleri yatar. Ya da şöyle diyelim: Konaklar. Bu evsizlerden biri; hani
Dante KitapKitabı okuyacak
Niçin ben hiçbir şey değilim?" Diye sorar ve buna kandırıcı bir cevap bulup veremezdi. Kendisinin dünyaya bir iş için geldiğini müphem bir şekilde hissediyor, fakat bu işin ne olduğunu bilmiyor ve etrafında kendisine "Bu benim işim!" dedirtecek bir şey göremiyordu. Yusuf bunları tahlil edecek seviyede olmamakla beraber,
Sayfa 147 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Merano, 2 Haziran 1920, Çarşamba
İki mektubunuz birden geldi öğleyin, okumak için değil bu mektuplar; insan yüzünü bunlara gömsün, sonra da aklını kaçırsın diye insanın önüne serilmek için. Ama iyi bir şey de olabiliyor bu; insan aklının bir kısmını yitirdiyse, geri kalanını mümkün olan en uzun süre boyunca bir arada tutar. İşte bu yüzden benim otuz sekiz Yahudi yılım, sizin
Sayfa 48 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
Nasıl başladı, ne vakit başladı, bilemiyorum. Ama ilk belirtiler, dokuz yaşımda iken patlak verdi. Misafirlerle bahçede oturuyorduk. Yaşlı bir zat saati sordu. Aksi gibi, kimsede saat yoktu. Eniştem içeri, saate bakmaya koştu. Ben o aralık: “Üçü yirmi geçiyor” diyivermişim. Bu tutturuşa, önce kimse şaşmadı. Boğazda, geçen vapurlara bakıp zamanı
Jules, üç askerle kâğıt oynuyordu. Çiftçi, sesinin tonunu ölçülü tutmakta bir hayli zorlanıyor, karısı onu susması konusunda uyarmak zorunda kalıyordu. Sidonie, Macbeth ile derin bir sohbete dalmış görünüyordu, adam ona ailesinin fotoğraflarını gösteriyor, Sidonie ise her fotoğrafta hayranlıkla hafif çığlıklar atıp beylik lafları sıralıyordu:
Sayfa 77 - Çevirmen: Bahadırhan Bozkurt, Hep Kitap
Yeşil Renkli Namus Gazı Operası -Aziz Nesin
«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.» Uvertür Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük. * Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte biçok ileri ulusların
Reklam
Ey Maria! Maria, gençliğimin sevgili meleği... Elveda! Başka tutkular gelecek, belki de unutacağım seni, ama her zaman kalbimin en derin yerinde kalacaksın, zira kalp öyle bir dünyadır ki, insanı altüst eden, deşen ve yeniden işleyen her tutku, bunu önceki tutkuların kalıntılarının üstünde yapar. Elveda! Elveda! Oysa seni nasıl da sevebilirdim, nasıl öperdim, kollarımda nasıl sımsıkı tutardım! Ah! Aşkımın icat ettiği bütün delilikler ruhumu tatlı tatlı paralıyor. Elveda! Yine de her zaman düşüneceğim seni; dünyanın girdabına atacaklar beni, orada belki gürühun ayakları altında ezileceğim, lime lime edileceğim. Nereye gidiyorum? Ne olacağım? Yaşlı olmak isterdim, muzaffer olmak, deha sahibi olmak, her şeyi senin ayaklarının dibine bırakmak ki üstlerinde yürüyesin diye; oysa bunların hiçbirine sahip değilim ve bana bir uşağa ya da bir dilenciye bakar gibi soğuk baktın. Elveda!...
Sayfa 93
Günlerden bir gün ünlü bir bilim insanı (Bertrand Russell olduğunu söyleyenler var) astronomi konusunda halka açık bir ders vermekteymiş. Dünyanın güneşin etrafında nasıl döndüğünü, keza güneşin de galaksimizin, dev bir yıldız topluluğunun merkezi etrafında nasıl döndüğünü anlatmış. Dersin sonunda arka sıralardan kısa boylu yaşlı bir kadın ayağa kalkarak sözü almış: 'Bize anlattığın her şey saçmalık. Dünya aslında dev bir kaplumbağanın sırtında duran bir düzlükten ibarettir. Bilim insanı biraz üstten alarak gülümseyip yanıt vermiş: 'Peki kaplumbağa neyin üzerinde duruyor?' 'Sen çok zekisin,genç adam,çok...' demiş yaşlı kadın. 'En aşağıya kadar hep kaplumbağa var işte!'
192 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.