Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Türü: Sosyal Roman
Kiralık Konak, Romancı, gazeteci, şair ve diplomat olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘nun 1922 yılında yayınlanan ilk romanıdır. Yazar, bu romanında Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet kuşakları arasındaki görüş, anlayış ve yaşayış farklılıkları üzerinde durur.
Anadolu’da Tanzimat Dönemi
Babalar ve Oğullar, Ivan Turgenyev’in kaleme aldığı bir romandır, eserde yazar dönem Rusya'sının toplumsal görünümünü, siyasal yapısı, aile yaşam koşullarını kendi yetiştirilme şeklini göz önünde bulundurarak açıklamaktadır. Romanın kurgulanmasında 19. yüzyılda gerçekleşen toprak reformunun büyük katkısı olmuş, yeniliklerin ele aldığı konular ve
"Gelenek, görenek, töre, örf, adet gibi adlar alan sosyal normlar değişen ölçüde yaptırım gücüne de sahiptir. Teşhir etme, yergi, kınama, ayıplama, yadırgama, küçümseme, aşağılama, alaya alma ve dışlama başlıca cezalandırma biçimleridir."
Sayfa 74 - Arkadaş Yayınevi 4. Baskı 2015Kitabı okudu
Genelde kitap isimleri hep ilgimi çekmiştir.Keza bu kitapta da öyle oldu.Kemal Bilbaşar ilk kez okuyorum ama yerli halkın dilini öyle ustaca kullanmış ki hayranlıkla okudum.
Kitap da ağalık rejimine atıfta bulunulmuş, hiç bir ağanın iyi olmayacağı, ağalığın ağa ve aşiretinden başka kimseye fayda getirmeyeceği anlatılmıştır.Şıh Sayıt(Şeyh Said)
Kadına karşı ayrımcılığın ve şiddetin yerleşik kültürel değerlerle meşrulaştırılması, esas itibariyle kadın-erkek eşitliği kavramına karşı bir yaklaşımı da beraberinde getirir. Bu durum ise devletleri uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmekte isteksiz ve başarısız kılar.
Din, kanun, töre, gelenek gibi otorite kuran mutlakçı kurumların ilk göz diktiği erdem özgürlüktür. Ve ilk alınan kurban da düşünceyi ifade etme özgürlüğüdür.
• Livaneli, Mutluluk romanında da gelenek ve modernliğin çelişkisi içinde, her biri kendi mucizesini bekleyen, Meryem’in, Cemal’in ve İrfan’ın yollarını kesiştirirken; bastırılmışlık, töre, mutluluk, mutsuzluk, korku, tabular, şehvet ve bunalan burjuvazinin gölgesinde toplum yapısının tüm katmanlarını bu arayış ve keşfediş hikâyesiyle gözler önüne seriyor.
• Bırak hayat bir nehir gibi aksın; olumlu düşün ki her şey olumlu olsun; dünyadaki kötülüklerin kaynağı olumsuz düşünmektir.
• Kimse hayatından memnun değil. Herkes derin bir huzursuzluk içinde kıvranıyor; daha iyi bir hayata ulaşmak istiyor. Ama o yeni hayatın ne olduğunun da farkında değil. Tarifi yok; dolayısıyla toplumun mitolojisi ve ideali de yok. Bu yüzden bir nehrin suları bizi önüne katmış götürüyor. İnsanlar akıntıdan kurtulmak için kıyıdan sarkan dallara tutunmaya çalışıyorlar. Kimi din dalına tutunuyor, kimi milliyetçilik, kimi Türkçülük, kimi Kürtçülük; kimi ise nihilizme gömülüyor.
• Herkese iyi okumalar..!
MutlulukZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 202036,1bin okunma
“... dullar ve yetimler ağlıyor, eski bir gelenek, ağlasınlar diye dul ve yetim kaldılar ve içlerinde büyüyünce başka savaşlara gidip arkalarında başka dul ve yetimler bırakacak olanlar var, töre değişse bile, yasın rengi beyazdan siyaha dönse, kadınlar saçlarını yolmaktansa dantelli siyah örtülerle yüzlerini örtmeye başlasa bile, gözyaşı hep aynı gözyaşı olacak.”
“ Nasıl ki bir kemeri , köprüyü , kubbeyi ayakta tutan şey kilit taşıdır . Toplumların , ailelerin kilit taşı da kadınlardır .
Cesur , güçlü , azimli kadınlar …
Kilit taşı olmazsa kemer , köprü çöker , kadın olmazsa da toplum …” (syf.388 )
Diyerek anlatır Sema Soykan - Kilit Taşı kitabında kadının Türk toplumundaki yerini .
Aslında Sema
Modern Felsefe çağında bilim adamı aynı zamanda filozof olan İmmanuel Kant bilimde yapılan devrimden dolayı bilimle ahlâk arasında ortaya çıkan boşluğu evrensel ahlâk ilkeleri ile kapamaya çalışmış. Ahlâkın temel ilkelerini düzenlerken aynı bilimde olduğu gibi bütün çağlarda geçerliliği olan, kesin, evrensel ahlâk ilkeleri bulmaya çalışıyor.
... ya da atalarını körü körüne taklit etme hastalığına yakalanmış olacak ve geçmişten töre ve gelenek olarak devam eden yanlış şeylere karşıt olan herhangi bir şeyi dinlemeye razı olmayacak, ya da kendi isteklerinin kölesi olacak ve kabul edilmelerinden sonra günah işleme ve caiz olmayan işler yapma özgürlüğünden yoksun olacağı için peygamberin öğretilerini kabul etmeyi reddedecektir.
Dili korumakla vatanı korumak aynı şeydir. Çünkü dil, vatan kadar, tarih kadar, gelenek ve töre kadar azizdir. Dil olmayınca millet olmaz, soy sop, kök gövde olmaz. Milli kültürün baş unsuru dildir.
Sürreal yazın türünün Türk edebiyatındaki en yetkin örneklerini veren yazarlardan birisi kuşkusuz
Leyla Erbil ‘dir. Erbil’in hikaye kitaplarında gördüğümüz çok katmanlı, özgün ve ilmek ilmek işlenmiş derin kurgulama tarzı; yer yer bilinç akışı tekniğiyle zengileştirilmiş, sadece Erbil’e ait olan onun o eşsiz üslubu