Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Aslına bakarsanız bu kötülüklerin tek bir nedeni var, o da mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun kaynağının tamamen sevgiyle bağlandığımız nesnenin niteliğine tabi oluşu. Çünkü sevmediğiniz şey için kavga etmezsiniz; onu kaybetseniz, üzülmezsiniz; ona başkası sahip olsa, hiç kıskanmazsınız, endişelenmezsiniz, nefret etmezsiniz; kısaca ruh halinizde hiç dalgalanma olmaz. Bu yüzden şu sözünü ettiğimiz tüm kötülükler, gelip geçici şeylere duyduğumuz sevgiyle ilişkililer. Oysa ezeli ve ebedi olan şeye duyulan sevgi, ruhu sevinçle besler; hem de her tür hüzünden arınmış sevinçle. İşte biz böyle bir sevince özlem duymalıyız, var gücümüzle böyle bir sevincin peşine düşmeliyiz.
Her zaman yaşamımızdaki çağrıyı, bizi tutku ve heyecanla dol­duran şeyi aramalıyız. Kişinin hem hoşlandığı, hem de yararlandığı bir şeyden aldığı motivasyonla hiçbir şey yarışamaz. Ve en iyi za­manlarımız amaçlarımızla motivasyonumuzun sorunsuzca elele verdiği, zahmetsizce ileriye doğru itildiğimiz ve hiçbir yanlış yapa­mayacağımız zamanlardır.
Sayfa 116 - PdfKitabı okudu
Reklam
Martin nihayet konuşabildiğinde, “Edebiyatta böyle bir şey yok,” dedi. “Harikulade!.. Olağanüstü!.. Aklımı başımdan aldı. Sarhoş etti beni. Hem en büyük hem de sonsuz küçük o soru... Arayış içindeki insanın ezeli ve her daim tekerrür eden âhuzârı, sual eden incecik feryadı kulaklarımda çın çın çınlıyor. Fillerin borazanvari çığlıkları, aslanların kükremeleri arasında sivrisineciğin cenaze marşı gibi sanki.”
Sayfa 355 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Hem 1660'lann başında başlanmış Spinoza'nın başyapıtı Eti­ka’da,hem de daha eski bir çalışma olan (muhtemelen 1660 başı, yani aforozdan dört yıl sonrası) ve Etica’daki fikirlerin olgunlaşmamış ya da henüz çekirdek halinde boy gösterdigi Tanrı, Insan ve Insanın Mutlulugu Üzerine Kısa Inceleme (A Short Treatise on God, Man and His
Sayfa 196 - İletişim Yayınları
şu bizim Akşehirli tonton Nasreddin Hoca'yı j yalnızca bilgili, hazırcevap sanma. Hoca hem cömert hem de yardımsever bilinirmiş yaşadığı çağda. Bu yüzden ona bol bol misafir gelirmiş. Bu güzel ev sahibine gelenler yer içer, yatar kalkar, bir türlü gitmek istemezmiş. İsanoğlu gariptir. Kimi iyiliğe iyilikle karşılık verir, kimisi de iyilik
Bay Yabancı'nın beyzbol şapkasını ya da Bayan Yabancı'nın saçındaki mavi boyayı görüyorsunuz ve bir anda zihninizde olumlu veya olumsuz bir sürü çağrışım meydana geliyor. İçinizden bir ses bu insanı daha yakından tanımak istediğinizi, ya da istemediğinizi söylüyor. Ama daha Yabancı karakterimizin ağzını açmasına fırsat bırakmadan hemen kendinizden bir adım uzaklaşın. Ya da özünüze doğru bir adım atın. Kafanızın içinde şekillenen yargıların bir yerlerden geldiğini fark edin -çünkü o yargılar hep bir yerlerden gelir- ve size doğru yaklaşan kişiye bir daha bakın. Tarafsız olun ve ilk izleniminizi dayandırabileceğiniz bir şey var mı söyleyin. Bay Yabancı'nın suratı asık mı? Bayan Yabancı size doğru gelirken önünde duran birini mi itti? Hayır mı? O zaman antipatinizin başka bir yerden geliyor olması lazım. Belki bir saniye durup düşünürseniz, bu olumsuz hissin beyzbol şapkasından ya da mavi saç boyasından kaynaklandığını fark edeceksiniz. Belki de etmeyeceksiniz. Her halükarda, öncelikle, hiç tanımadığınız birini şimdiden sevmeye ya da ondan nefret etmeye meyilli olduğunuzun ayırdına varmış olacaksınız. Ve ikinci olarak da, izlenimlerinizi düzeltmeniz gerektiğini kendi kendinize itiraf etmiş olacaksınız. Kim bilir, belki de ilk düşüncenizde haklıydınız. Ama yargıya varırken ikinci bir deneme yaparsanız, bu sefer fikirleriniz hem tarafsız gerçeklere dayalı, hem de Bay veya Bayan Yabancı'nın konuş­ masına fırsat tanıdıktan sonra şekillenmiş olacak.
Reklam
"Aşk denilen şey de zaten bu değil miydi? Esasına acının kendisi. Ama acıyı dahi sevmek bile bile. Göz göre göre hem de. Rüzgârı arkana almak değil de karşına almak değil miydi? Bilmediğin sulara atlamak ama her defasında farklı kıyılara çıkmak."
Sayfa 84 - Ephesus YayınlarıKitabı okuyor
Sevgi ve nefret. Yaşam ve ölüm. Gizler ve açıklamalar. Her şey hem şimdi de yaşanıyor, hem sonrasızlığa uzanıyor
Sayfa 75 - Can Yayınları Engin Bilginer çevirisiKitabı okudu
reşit galip..
Türk aydınlanmasının Kuvvacı fedaisiydi. Rodos doğumluydu. İtalyanlar Trablus Savaşı sırasında oldu bittiye getirip Rodos’u işgal edince, henüz 17 yaşındayken doğduğu toprakları kaybetmenin acısını yaşadı. Kayıkla Marmaris’e geçti, İzmir’e geldi. Bugün Swissotel Büyük Efes’in hemen karşısında yeralan ve Ticaret Lisesi olarak eğitim veren Fransız
“Hem böyle yapıyorum hem de yaptıklarımdan korkuyorum.’’ diye düşündü. ‘’Hım…Evet, her şey insanın elindedir. Fakat insan korkaklığı yüzünden çok şeyi kaybedebilir. Gerçek bu. İnsanların en çok neden korktuklarını bilmek isterdim. Onları en çok korkutan şey yeni bir adım atmak, yeni bir söz söylemek…’’ İnsan hislerine güvenmeli ve cesur adımlar atabilmelidir. Cesur adımlar cesur adımları doğurur. Aşk cesaret ister.
Reklam
Kusursuz bir kişiyle karşılaşmış olmakla övünebilecek kimse yoktur; oysa hem iyilik hem kötülük bakımından her cinsten aşırılarla düşüp kalkarız: meczuplar, çilekeşler, peygamberler, bazen de azizler… bir itaatsizlik ve reddediş fiil ile doğduğumuzdan, ilgisizliğe pek hazırlanmamıştık. Akabinde bilgi gelerek bizi iyiden iyiye uygunsuz kıldı. Bilge aleyhinde sızlanılabilecek tek şey, yaşamaya yardım etmemiş olmasıdır. Ama işlevi gerçekten bu mudur ki? Sinsi maksatlarımızı doğrulasın, güç ve yadsıma düşkünlüklerimizi kolaylaştırsın diye dönmemiş miyizdir ona doğru?
Cennetteki her şeye rağmen heveskarlığı bitmeyen insan, oradan kovulur kovulmaz heveskarlığı kesmiştir: Becerebileceğine asla inanılmayacak bir ciddiyet ve sebatla, derhal yeryüzünün fethine girişmemiş midir? Mamafih içinde ve üzerinde, humma aralarında kendini gösteren, yeryüzü harici gerçek dışı bir şey taşır. Bulanıklık ve ikircilik sayesinde, hem buralıdır hem değildir. Yoklukları esnasında, koşuşturmasının yavaşladığı ya da askıda kaldığı anlarda onu gözlemlediğimiz vakit, sadece ilk vatanının değil, o kadar sabırsızlıkla ve dört gözle beklediği o sürgünün de içine etmiş olmanın pişmanlığıyla çileden çıktığını görmez miyiz bakışında? Göstermeliklerle cebelleşen bir gölge; kendini yürürken gören, istikametini ya da nedenini ayırt etmeksizin hareketlerini seyre dalan bir uyurgezer.
Vücudunuzdaki dopaminin yarısı beyninizde, yarısı da bağırsaklarınızda üretilmektedir. Yani, vücudunuz zaten dopamini bolca üretmektedir. Önemli olan dopamini kullanabilmek. Yeryüzündeki insanların büyük bir kısmı dopamini para karşılığı satın almaya çabalasa da dopamin dediğimiz şey tümüyle bedavadır. Kimi insan vardır gider, çok pahalı bir rezidansın en üst iki katını satın alarak dopamin salgılar. Kimisi vardır gider, 5 liralık çift lavaş dürüm yiyerek dopamin salgılar. Sonuçta beyninizde etki gösteren dopamin, aynı dopamin. Değişen bir şey yok. O zaman zaten içimizde olan bir şeyi neden dışarıda aramakla vakit kaybedelim ki? Burada en önemli unsur; insanın kendisini gerçekten iyi analiz etmesi ve nelerden mutlu olacağının sağlam bir değerlendirmesini yapmasıdır. Lütfen unutmayın, mutluluk sizinle ilgili bir kavramdır, sahip olduklarınızla değil. O nedenle, insanlık olarak her şeye sahip olma, her şeyi satın alma sevdasından vazgeçmek, hem kendi mutluluğumuz hem de üzerinde yaşadığımız gezegenin mutluluğu açısından çok büyük bir adım olacaktır. Zira dünyadaki en önemli problem, bazı insanların her şeye sahip olma açgözlülüğüdür. Ama unutmamak gerekir ki doğa, tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilir ama açgözlülüğünü asla karşılayamaz. Kendisi için yeterli olanla yetinmeyip sürekli ama sürekli büyüme güdüsü doğaya uygun bir güdü değildir. Hırs ve ihtirasın kısır döngüsünde sürekli büyümeye çalışanlara Edwin Abbey'in o güzel sözünü hatırlatmak isterim: Büyümek için büyümek, bir kanser hücresinin ideolojisidir.
Şu sonsuz evrende hayatlarımızın derin anlamları falan yoktur bana göre. Doğarız, hayatta kalmaya çalışırız, üreriz, ölürüz. Bu kadar. Bilimsel açıdan burada bir mucize yoktur. Her şey sıradan ve olması gerektiği gibidir. İşin içine mucizeyi katmayı başaranlar Eleni gibilerdir. Hayatın o mucizevi anlamı olmasa her gün on defa intihar etmeye kalkışırız muhakkak. Çünkü sıradan hayatlarımızı kötülükleriyle boğmaya, çekilmez kılmaya yeminli bir türe evrimleşmeyi başaran canlılar da var yeryüzünde ve onlara da "insan" deniyor. Bu "insanların" bozduğu evrensel dengeyi Eleni gibi insanlar her seferinde daha iyi şekilde yeniden inşa ediyor. Hem de yeri geldiğinde ölerek sağlıyorlar bu dengeyi, ve evet, iyilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor dünya.
İsrailiyyat'ta vardır: "Bir abid uzun bir zaman Allaha iba- det ederdi. Bir gün bir kavim kendisine gelip dediler ki: "Şu- racıkta bir kavim vardır. Allaha değil, orada bulunan bir ağaca tapıyorlar." Bunun üzerine abid öfkelenip baltasını omuzuna aldı. Ağacı kesmek içir yola koyuldu İblis ihtiyar bir şahıs sure- tinde önüne
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.