Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
EFELYA'dan... "Ferhat'ın on yıl önce yerleştiği ve dört coğrafi bölgenin kesiştiği şirin bir Anadolu kenti olan Eskişehir'de, o zamanlar geceler oldukça sessiz, yıldızlar elle tutulacak kadar yakın, düşlerde kaybolacak kadar yoğundu.Hele de bahar gelip ıhlamurlar çiçek açınca bir başka ferahlık, bir başka yaşama sevinci kuşanırdı insan bu coğrafyada.Şehri ortadan ikiye bir kılıç darbesi gibi bölen Porsuk Çayı ta Kütahya yakınlarından doğar, ağır ağır ve insanda hiç akmıyormuş hissi uyandırarak yaralı bir yılan gibi sürüne sürüne Eskişehir'e ulaşır, ilkyazla birlikte biraz olsun o miskinliğinden sıyrılır; karlar eriyip sele dönüşünce de coşkuyla menderesler çize çize ve allı pullu balıkları, fıstık yeşili kurbağaları önüne katıp kıyısında aşina yüzler gibi vakur, gümüş yapraklı nazlı sultan söğütlerleriyle öpüşerek yoluna devam eder, neden sonra Sakarya Nehri'ne karışınca da öfkesinin yerini anne kucağında susan bir çocuk dinginliği alırdı. O zamanların Eskişehir'inde bugünkü kalabalıktan eser yoktu.Şehrin güneyindeki yamaçlarda Osmanlıdan kalma Odunpazarı bölgesinde, semte o mistik ruhu veren bodur minareli tarihi camiler, hiçbirinin diğerinin manzarasını kapatmayan, zevkli cumbaları ve kırmızı kiremitli çatılarıyla daracık sokaklar boyunca adeta zamana direnmek için birbirine yaslanan kâğir ve kerpiç evler, yüz yıllık fırınlar, iki üç kuşağın birbirlerine güvenle tavsiye ettiği kasap dükkânları, her köşe başında ya da meydanda susuz yolcuları şırıl şırıl selamlayan sebil çeşmeler vardı..." EFELYA S.17
Kaderin bir cilvesi
Kâgir bir binanın içinde sonsuzluğun kapılarını arıyorum. Lakırtılar arasında ve baştanbaşa efkârlı. Değirmen habire dönüyor ve öğütüyor. Kim bilir bana ne zaman sıra gelecek? Keşke bir mekkâreci, bir hamal, Mikâil usta gibi bir boyacı olsaydım ama aralayabilseydim sonsuzluğun kapısını. Pütürlü bir yüzüm, kısacık bir boyum olsaydı yeter ki duyabilseydim ötenin kokusunu.
Sayfa 82 - Timaş yayınları, Nurullah GençKitabı okuyor
Reklam
Kâgir bir binanın içinde sonsuzluğun kapısını arıyorum.
Açık pembe bir evciğin başına gelen hiç aklımdan çıkmaz. Pek sevimli küçücük bir kâgir yapıydı ... Vicdansızlar! Barbarlar!.. Öyle kıyasıya boyamışlar ki, fırça değmedik ne sütun, ne saçak kalmıştı. Zavallı dostumu, sapsarı bir kanaryaya döndürmüşlerdi. Üzüntüsünden az kalsın ben de sarılık oluyordum.
Sayfa 8 - Varlık YayınlarıKitabı okudu
Sade Bir Cami
Mescid/tekke, tek bir yapıdan müteşekkildir ve altı kâgir, üstü ahşap olmak üzere iki katlıdır. Alt katta, tekkenin bânîleri olan Geylanî kardeşlerin türbeleri, cadde hizasındaki bina girişinin sağ tarafında bulunmaktadır. Abdesthane ve cadde üzerindeki dükkânlar, alt katın diğer unsurlarıdır...
Senden Sonra Ey Yedi Yaş
ey yedi yaş ey yola çıkmanın mucizevi an'ı senden sonra ne varsa yok olup gitti, cehalet ve çılgınlık içinde senden sonra kuşlarla rüzgarla
Reklam
Seraskerlik Dairesi
1826 yılında Eski Saray’ın yerine, Mimar Abdülhalim Efendi tarafından Seraskerlik makamı olarak ahşap bir bina yapılmıştı. Bâb-ı Seraskerî Meydanı’nın merkezinde bulunan bu yapı, yıkılıp yerine 1864-66 yılları arasında Sultan Abdülaziz Han döneminde kâgir bir Seraskerlik Dairesi yapıldı. Seraskerlik Teşkilatı, 1879 yılında Harbiye Nezareti’ne dönüştürülünce, bina da Harbiye Nezareti olarak hizmet vermeye başladı. Dikdörtgen planlı ve üç katlı olan yapının, dört yönden de birer girişi olup ana girişi güney cephededir. Bütün cephelerde eşit aralıklarla sıralanmış dikdörtgen pencereler vardır.
Gözünü yumduğu zaman bir sürü dağ, fundalıklı bayır, kerpiç, ahşap veya kâgir evli kasaba ve bir sürü de insan görüyor, fakat bunların hiçbiri onun alakasını çekemiyordu. Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı. Ömrünün her vakası olmasa da olabilir, hayatına her giren insan girmese de olabilirdi. Bütün mazisinde kendisine "Ah, neden böyle yaptım?" veya, "Ah, niçin şöyle yapmadım!" dedirtecek bir şey bulamıyordu ve bu, ömrünün pek tatlı geçtiğinden değil, sadece, ömrünün her kısmına şu anda pek lakayt olduğundandı.
Sayfa 131 - YKYKitabı okudu
Çöken akşamla birlikte yeniden başlamıştı kar. Tarlabaşılılar Kulübü’nden çıkınca içimiz ürperdi. Paltolarımızın yakasını kaldırıp boşlukta savrulan beyaz zerrecikleri izleyerek Sakızağacı Sokağı'ndan aşağı vurduk. Kentsel dönüşüm çoktan başlamıştı; bulvardan Dolapdere'ye doğru üç blok üzerindeki eski apartmanlar, kâgir binalar tahliye edilmiş, etrafları parlak teneke bloklarla örtülmüştü. Işığını yitiren boş evler, ölümü bekleyen karantinadaki hastalar gibi sessizce dikiliyorlardı karanlığın içinde.
Yalan değilmiş eskiden her şeyin daha güzel olduğu; bir nostalji sayıklaması değilmiş. İşte gözlerimle görüyordum. Sokaklar eğri büğrü olsa da kagir evlerin hepsi bahçe içinde tek ya da iki katlı, kiremit damlı. Bütün şehir gibi burada da yüksek duvarların arkasından sokağa sarkmış portakal ve turunç ağaçları, nar dalları var, aralık kalmış kapılardan çekincesiz göz attığımda taşlığın iki yanına sıralanmış gülhatmiler, sarmaşık gülleri, büyük ve keskin kokulu karanfiller, duvar diplerinde mor, kırmızı, pembe, beyaz sardunyalar. Hepsinin güzelliğine işte ben tanığım.
Sayfa 37
Reklam
Ayasofya!
Ayasofya, her zaman şeriatçıların bir bahanesi ve kavga nedeni oldu. Neydi Ayasofya'nın önemi? Bu kavga daha ne kadar sürecekti? Bu soruların yanıtını biraz daha net alabilmek için tarihe bakmak gerekiyor. Ayasofya, 24 Ekim 1934'te, Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu Kararıyla müzeye çevrildi. Aradan geçen 60 yıl boyunca,
Sayfa 94 - Toplumsal Dönüşüm Yayınları /3.Baskı 2010Kitabı okudu
İşte bahçe kapısı, işte ruhumun içine girer gibi girdiğim kâgir yapı!
biz yitmiş olması gereken. her şeyi yitirmişiz biz yola koyulmuşuz ışıksız ve dolunay, ay, o sevecen dişi hep oradaydı kâgir bir damın çocuksu anılarında ve çekirge saldırısından korkan genç ekin tarlalarının üzerinde ne kadar daha ödemeli? .. .
Sayfa 135 - Senden SonraKitabı okudu
Samatya denince aklıma, çatıları güneş, pencereleri deniz kokan kagir evler gelir; eski kiliseler, camiler, dar sokaklar gelir, dar sokaklardaki küçük meyhaneler gelir; binlerce yıllık surların arasından her gün binlerce istanbullu yu taşıyan, bıkkınlık nedir bilmeyen banliyö trenleri gelir. Ama Samatya da Balat kadar yorgundur, yaşlıdır, yıpranmıştır..
283 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.