Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
GİRİŞ Eski ruhbilimciler, insandaki dış duyulardan başka beş de iç duyu kabul ederlerdi. Bunlar bellek (hafıza), sezgi (vahime), imgelem (muhayyile), anımsama (müzekkire) ve düşünme (mütekkire) idi. Bu beş duyu bir ortak duyuda (hiss-i müşterek) birleşirdi.
Yapı Kredi Yayınları, Beşinci Baskı Eylül 2004 [ISBN: 975-363-475-7]Kitabı okuyor
Fakat bu muhayyile ne istiyor? “Oyalanmak istiyor. Can sıkıntısından kurtulmak istiyor.”
Reklam
Bazı durumlara sonuna kadar tanık olmak bir kısmını görmekten iyidir. Muhayyile denen azgın âlem işlemeye başlamaz hiç olmazsa.
Allah'ın fiilleri ve yeryüzünde gökleri ve yıldızları hareket ettirerek bitki ve hayvanları nasıl ortaya çıkarttığı üzerine tümevarımsal biçimde gözlemde bulunan kişi, insanın kendi âlemi olan bedenindeki tasarruflarının Allah'ın büyük âlemi olan evrendeki tasarruflarına benzediğini görecektir. Yine görecektir ki insanın eylemlerinde kalbin yeri Allah'ın arşını andırmaktadır. Keza beynin yeri kürsüyü andırmaktadır. Duyular doğası itibarıyla Allah'a boyun eğen ve ona karşı gelmek ellerinde olmayan melekleri andırmaktadır. Sinirler ve organlar gökleri andırmaktadır. Parmaklarda ortaya çıkan güç, cisimlerde insanın hizmetine amade kılınmış yerleşik doğayı andırmaktadır. Kalem, kâğıt ve mürekkep; cem,terkip ve tefrika gibi işlevlere teşne olma konusunda bileşik cisimlerin bileşenleri olan elementleri andırmaktadır. Muhayyile aynası, levh-i mahfuzu andırmaktadır. Hakikate bu ölçü doğrultusunda vakıf olan kişi Hz. Peygamber'in [sav] "Şüphesiz Allah, Adem'i kendi suretinde yarattı," sözünü anlar.
Sayfa 41 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
..fena mimarın eserinden sakınmak kolay bir iş değildir. Aciz bir muhayyile, fakir bir ruh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir şekle inkılâp edince, bütün bir şehrin manevî sıhhatini, nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur. Son senelerin ağlanacak, sahte mimarîsi yüzünden değil midir ki ruhumuzun bedii kabiliyetine delil aramak için eslâfın âsârına başvurmaktan başka çare bulamıyoruz.
“Güzellik ve ölüm o kadar zıt şeyler ki muhayyile bunları yan yana koyamıyor.”
Sayfa 246 - ÖtükenKitabı okudu
Reklam
“Böyle dümdüz bir beynim olacağına hiç olmamasını tercih ederdim. Muhayyile namına bir şey yok yahu!..”
Kesilmiş bir koyunun kasap dükkânındaki manzarası hoşa gitmez, hatta bazılarına iğrenç görünür. Fakat usta bir aşçının elinde nefis bir et yemeği olduğu zaman, dükkândaki manzarasına bakamayanlar bile onu iştahla yer. Aşk da böyledir. Aslında şehvettir yani hayvanî bir istek. Fakat romantik bir muhayyile onu o kadar süsler ve güzelleştirir ki aşkın ilâhî bir duygu olduğuna inanırız. Yüzlerce yıldan beri bu şairane tarifleri dinleye dinleye aşkın insanüstü bir şey olduğunu sanmışızdır. Gerçekte şehvet isteğinden başka bir şey değildir.
Kalbimdeki mühim derdi,öküzü boynuzundan yakalar gibi, yakaladım. Eski itiyadımın verdiği vuzuhla kalbime baktım. Çok iptidai ve gülünç bir hal vardı! Bu, henüz Bir muhayyile zaafı halinde olduğu için söküp atmaya karar verdim.
Descartes, ışığı görüyor, sesi işitiyor ve sıcaklığı duyuyorsam, bunla- rın yanlış olduğu ve uykudayken bunları gördüğüm ileri sürülse bile. gördüğüm, işittiğim ve ısındığımı sandığım şüphesizdir', diyor. Bu sanma yanlış olamaz; duyma denilen de esasında budur ve düşünmekten başka bir şey değildir. Dolayısıyla o, ışık ve sıcaklık duyusunu da anlayış gücüyle kavradığımızı söyler. Hatta cisimleri, duyular ve muhayyile ile değil, yine akıl ile anladığımızı ifade eder. İster duyu- lardan, ister düşünceden hareket etsin, Descartes, tek inkâr edemeye- ceği şeyin, düşüncesi; bu nedenle de, en iyi bildiği şeyin, ruhu olduğu sonucuna varır.
Reklam
İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı. Lakin tembelliğe alışmış olan kafası bunu bulamıyor, bulmak için uğraşmaya üşeniyor, yanlış ve bayağı olduğunu sezdiği şeyleri de kabul edemediği için selameti firarda buluyordu… Her şeyden, her derin düşünceden, her üzüntülü nefis muhasebesinden kaçmayı itiyat edinmişti. Düşünce adamı olmaktan çıkmış, muhayyile, daha doğrusu kuruntu adamı olmuştu.
“Böyle dümdüz bir beynim olacağına hiç olmamasını tercih ederdim. Muhayyile namına bir şey yok yahu!..”
Ölüm bile bu köşelerde başka çehreler takınır. Bu değişiklikler hep birden düşünülünce muhayyilemizde tıpkı bir gül gibi yaprak yaprak açılan bir İstanbul doğar. Şüphesiz her büyük şehir az çok böyledir. Fakat İstanbul'un iklim hususîliği, lodos poyraz mücadelesi, değişik toprak vaziyetleri bu semt farklarını başka yerlerde pek az görülecek şekilde derinleştirir. İşte İstanbul bu devamlı şekilde muhayyilemizi işletme sihriyle bize tesir eder. Doğduğu, yaşadığı şehri iyi kötü bilmek gibi tabiî bir iş, İstanbul'da bir nevi zevk inceliği, bir nevi sanatkârca yaşayış tarzı, hattâ kendi nev'inde sağlam bir kültür olur. Her İstanbullu az çok şairdir, çünkü irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratması bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyile oyunu içinde yaşar. Ve bu, tarihten gündelik hayata, aşktan sofraya kadar genişler. "Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak" yahut "Nisandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır" diye düşünmek, yaşadığımız ânı efsaneleştirmeğe yetişir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Takvim onlar için Heziod'un Tanrılar Kitabı gibi bir şeydi. Mevsimleri ve günleri, renk ve kokusunu yaşadığı şehrin semtlerinden alan bir yığın hayal hâlinde görürdü. Yazık ki bu şiir dünyası artık hayatımızda eskisi gibi hâkim değildir.
Sayfa 120Kitabı okudu
Güzellik ve ölüm o kadar zıt şeyler ki, muhayyile, bunları yan yana koyamıyor.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.