Serzenişle başlayalım: Kitabın kapağı çok talihsiz. Sıkıcı bir ders kitabı izlenimi uyandırıyor. Sırf bu izlenim sebebiyle ben bu kitaba yarım göz başladım. “Bir başlayayım da” dedim kendi kendime, “sevmezsem bırakırım.” Ve fakat, “En azından denedim derim” diye başlanan bu kitap, 2021 yılında okuduğum en iyi psikoloji kitabı olacaktı. Kıssadan
Het vermoeiendste aan een gast- of in dit geval een pseudo-gast- is die kennelijke traditie dat je voor de komst alles moet opruimen
The most tiring thing about having a guest - or in this case a pseudo-guest - is the apparent tradition of having to clean everything up before arriving
Ev dediğim, bir gökdelenin on beşinci katındaki bir daire; dullar ve genç profesyoneller için bir çeşit dosya dolabı. Yan odadan ya da yukarıdan aşağıdan gelen her türlü sese karşı korumalı. Kalın duvarlı. Camları açılmayan. Klimalı. Işık düzeyini kendisi otomatik olarak ayarlayan. Hava geçirmez. Dışarıdan tümüyle korunaklı. Toplum ile sahibi arasında var olabilecek her türlü ilişkiyi kesmeye programlı. Bireyselleşmeye açılan bir kapı; ya da, sözde bireyselleşmeye
Türkiye'nin belirli kısımları sonra verilir, belirli kısımları verilmezdi. Bir kere Ege Bölgesi hiçbir zaman verilmez, İstanbul da elden çıkardı. İngiltere, Cebelitarık'tan ve Malta'dan nasıl çıkmadıysa, İstanbul'a da o şekilde yerleşir ve Boğazlar ve İstanbul'u Rusya'ya katiyyen bırakmazdı; pseudo (sahte görünümlü) bir ortaklıkla oyalardı ve ilerde de kuzeydeki kuvvetin güneydeki üslerine karşı aynı düzeni sürdürerek, Britanya'nın ebedi hâkimiyetini sağlardı. Bazı yerli iktidar sahipleri de bu politikayı desteklerdi. Türkler bu bölgeyi ancak turistik görür ve iç geçirirlerdi. İstanbul'da o tarihte öyle kahir Türk çoğunluğu da oturmuyordu. 1914 ve 1915 İstanbul'undaki Türklerin çoğu Balkan bozgunundan gelmiş, halen kendini toparlayamamış ve çile çeken bir halktı. Şehrin gayr-ı müslimleri son derece oturaklı ve iyi durumdaydılar...
Zizek’in de iddia ettiği gibi Derrida “gerçeklik ile hayali olan arasındaki klasik ontolojik karşıtlığı parçalayan o aldatıcı pseudo maddeselliğe işaret etmek için hayalet terimin kullanarak olgu ile ideal öz arasındaki uçurumu gösterir.
Sevr'i kabul etseydik ne olurdu? Türkiye'nin belirli kısımları sonra verilir, belirli kısımları verilmezdi. Bir kere Ege Bölgesi hiçbir zaman verilmez, İstanbul da elden çıkardı. İngiltere, Cebelitarık'tan ve Malta'dan nasıl çıkmadıysa, İstanbul'a da o şekilde yerleşir ve Boğazlar ve İstanbul'u Rusya'ya katiyyen bırakmazdı; pseudo (sahte görünümlü) bir ortalıkla oyalardı ve ilerde de kuzeydeki kuvvetin güneydeki üslerine karşı aynı düzeni sürdürerek, Britanya'nın ebedî hâkimiyetini sağlardı. Bazı yerli iktidar sahipleri de bu politikayı desteklerdi. Türkler bu bölgeyi ancak turistik görür ve iç geçirirlerdi.
Pseudo Longinos'a göre güzel kadınlar "gözlerin acısıdır." Kadınlar acı vererek güzeldir. Sarsıcı, yüzce güzellikler çelişki değildir. Acının negatifliği güzelliği derinleştirmektedir.
Akupunktur'un bilimsel olup olmadığına dair - 'bilim midir? (science)' ya da 'sahte bilim midir? (pseudo-science)' - tartışmalar devam ederken, Akupunktur'un ritim bozukluklarının tedavisinde potansiyel bir rolünün olabileceğinin düşünüldüğü bu makalenin ışığında Feyeraband'in şu sözü aklıma geldi:
"... Bugünün bilgisi yarının masalına dönüşebilirken, en gülünesi efsane bile sonunda bilimin en sağlam parçası olabilir."
..
Makale linki: pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/24625726
..
Sevr'i kabul etseydik ne olurdu? Türkiye'nin belirli kısımları sonra verilir, belirli kısımları verilmezdi. Bir kere Ege Bölgesi hiçbir zaman verilmez, İstanbul da elden çıkardı. İngiltere, Cebelitarık'tan ve Malta'dan nasıl çıkmadıysa, İstanbul'a da o şekilde yerleşir ve Boğazlar ve İstanbul'u Rusya'ya katiyyen bırakmazdı; pseudo (sahte görünümlü) bir ortalıkla oyalardı ve ilerde de kuzeydeki kuvvetin güneydeki üslerine karşı aynı düzeni sürdürerek, Britanya'nın ebedi hakimiyetini sağlardı. Bazı yerli iktidar sahipleri de bu politikayı desteklerdi. Türkler bu bölgeyi ancak turistik görür ve iç geçirirlerdi.
Eksik tek bir cümle dışında Anaksimandros'un hiçbir yazısı bize ulaşamadığı için, onun fikirlerini onu anlatan başkalarından öğreniyoruz. Aşağıda Anaksimandros'un yaşamın evrimi hakkındaki fikirleri üzerine elimize geçen bazı haberleri sıralıyorum:
︎Hippolytus: "Hayvanlar Güneş tarafından buharlaştırılan nemden türemişlerdir."
︎Aetius: "ilk hayvanlar nem içinde oluşmuşlardı ve dikenli kabukları vardı; büyüdükçe daha kuru olan karaya çıktılar ve bir defa kabukları çatlayınca kısa bir süre değişik bir şekilde yaşadılar."
︎Hippolytus: "Başlangıçta insan değişik bir hayvana, balığa benziyordu."
Pseudo (Düzmece)-Plutarchus: "Balangıçta insan diğer cins bir canlıdan türemişti, çünkü diğer hayvan [yavruları] hemen kendi yiyeceklerini bulabilirler, yalnızca insan (yavrusu) uzun süre bakıma ihtiyaç gösterir. Onun için, baştan beri insan olarak olmuş olsaydı asla hayatta kalamazdı.
︎Censorinus: "Bunlarda [balıklar veya balık benzeri hayvanlar] insanlar oluştu ve olgunluğa kadar cenin şeklinde korundu; en sonunda bu yaratıklar patladı ve kendi yiyeceklerini bulabilecek erkek ve kadınlar çıktı.