Ben size Sokrates’in veya Herküles’in kafalarını tercih ediniz demiyorum. Demek istediğim öküz bacaklarını düşünürken, Sokrates’in başını da unutmayınız. Kaya gibi sert ve koyun kafalı olmayınız.
Thoreau bir mektubunda, kendiniz için saptadığınız herhangi bir eylemi tartabilmek için şu soruyu sormanızı tembihler: “Bunu benim yerime başkası da yapabilir mi?”
“Yaşam, bize bütün kitapların öğrettiğinden daha çoğunu öğretir. Çünkü yaşam, bize karşı direnir. İnsan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir,”
Zil çaldı.
Çocuklar odaya doluştular,
pantolonları yırtık
entarileri renk renk yamalardan oluşan
burunları akan, aktıkça burunlarını çeken
ya da ellerinin tersiyle silen
gözleri fıldır fıldır dönen
boyuna kendi dillerinde konuşup bağrışan
başka bir dilden bir soru sorduğumda cevaplamayan
sorulu gözlerini korkuyla gözlerime diken
başka bir dulden konuşulduğunda ağızlarını bıçak açmayan
saçları makasla kırpılmış oğlanlar
uzun saçlı
saçlarının dibi bit ve sirkeyle dolu kızlar
ayaklarında taşıt lastiklerinden kesilip biçilmiş ayakkabılar
olanlar
hiçbirinin ayağında çorap olmayan
giderek bazılarının ayağında ayakkabı bile olmayan
yani yalınayak
yalınayak, ama karlar üstünde yalınayak,
mosmor ayaklı yalınayak çocuklar
hiçbirinin önünde kalem, defter, kitap olmayan çocuklar
tam yirmi bir çocuk saydım.
Belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. Bu aşamalar Hayatta Kalma, Sorgulama ve İncelikli Düşünmedir; bir başka deyişle Nasıl, Neden ve Nerede aşamaları olarak da bilinir.
Tarihin en kesin yasalarından biri de şudur: Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. İnsanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. Onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hâle gelirler.
Gösterişli hediyelerle yada şaşalı cümlelerle süslemek mi gerekir sevgiyi ? Ne gözlerine bakıp söyleyebilirim ne de pazarlayabilirim ben sevgimi. Elimden gelen tek şey...