Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"beni, hep, ya yanlış anladı, ya da hiç anlamadı. beni hiçbir zaman sahiden ben olarak göremedi ki."
Sayfa 21 - sel yayıncılık. nisan, 2024.Kitabı okudu
"Bir şeyleri sevmek istemiyorum," diye itiraf ettim. "Bir daha kimse bana o makarnadan yapmayacak. Bir daha o takıları takmayacağım. Buraya alışamam ya da sevemem çünkü sonsuza kadar burada kalmayacağım. Sen hep istediğin şeylere sahip olmuşsun, hiç istediğin ama ulaşamadığın bir şey olmamış, hiç sevdiğin şeyler elinden alınmamış, bunu nasıl anlayacaksın ki?"
Sayfa 189 - Martı YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
İnsan sokağa düştüğü zaman hiçbir beklentisi kalmaz, hiçbir şey umut etmez. Oysa ben aşktan bir şeyler beklemiştim. Aşkı tanıyınca insan olduğumu hissetmeye başlamıştım. Fahişeyken karşılıksız hiçbir şey vermez, hep alırdım. Ama âşık olunca bedenimi, ruhumu, aklımı ve tüm çabamı düşünmeden verdim. Asla bir şey beklemedim, sahip olduğum her şeyi verdim, kendimi tümüyle bırakıp bütün silahlarımdan, tüm savunmalarımdan arınarak çırılçıplak kaldım. Oysa fahişeyken kendimi korur, her an savaşırdım; hiç korunmasız kalmazdım. Gerçek benliğimi korumak için erkeklere dış kabuğumu sunardım. Yüreğimle ruhumu korur; bedenimi edilgen, hareketsiz, hissiz rolünü oynamaya bırakırdım. Edilgen olarak direnmeyi, hiçbir şey vermeksizin kendimi tümüyle korumayı, kendi dünyama çekilerek yaşamayı öğrenmiştim. Diğer bir deyişle, erkeklere bedenime sahip olabileceklerini, ölü bir bedene sahip olabileceklerini, ama tepki göstermemi, heyecanlanmamı, haz ya da acı duymamı beklememelerini söylerdim. Hiçbir çaba, hiçbir enerji harcamaz, sevgi gösterisinde bulunmaz, düşünmezdim. Dolayısıyla hiç yorulmaz, tükenmezdim. Ama aşkta her şeyimi vermiştim; yeteneklerimi, çabamı, duygularımı, en derin duygularımı... Bir azize gibi, bedelini hiç hesaplamadan, elimde avucumda ne varsa hepsini vermiştim. Tek bir şey dışında hiçbir şey istememiştim, hiçbir şey: aşkın korumasına sığınmak. Kendimi yeniden bulmak, yitirdiğim benliğimi yeniden kazanmak. Küçük görülmeyen, aşağılanmayan, tersine saygın ve üstün tutulan, duyarak yaşayan bir insan olmak.
Şehid Seyyid Kutub’un idama mahkumiyetinden sonra onu mahkeme salonundan alan arabadaki resmine dönüp bir kere daha bakmak olacaktır... Saadetten sonra bir saadet olduğunu gösteren resmi; zira hak yolunda şehid olup Rabbı’na kavuşacaktı. Sonra da kendisini iftiralara dûçar eden «Yoldaki İşaretler» kitabında hapishanede yazdığı sözlerini birlikte okuyalım: Aziz şehid şöyle diyor: «Şartlar değişir ve müslüman madde karşısında mağlup duruma düşer de kendisinin üstün olduğuna dair inancı kaybolmaz; mü’min oldukça galibine karşı üstten bakar; bu halin geçici olduğuna ve sıranın -hiç şüphesiz- imana da geleceğine kuvvetle inanır. Gereği ne olursa olsun boyun eğmez. Herkes ölür, fakat o, şehid olur. O, dünyayı bırakır, cennete gider. Galip gelen ise dünyayı bırakır, Cehenneme gider, O, oraya; bu buraya. O, kerîm olan rabbin sesine kulak verir: «Allah’ı ve Peygamberi tanımayanların refah içinde diyâr diyâr dönüp dolaşmaları ziıılıar seni aldatmasın.»(¹) «Azıcık bir fâidedir, (o). Sonunda varıp sığınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir yatakdır!..» Fakat Rablerinden korkanlar (öyle mi ya)? Altlarından ırmaklar akan cennetler -kendileri içinde ebedî kalmak, Rableri katından verilecek nice ziyafetlere de konmak üzere- hep onların Allah'ın nezdinde olan (nimetler) iyiler için daha hayırlıdır.» (Âl-i İmrân sûresi, âyet: 196-198)
Sayfa 76 - Cağaloğlu Yayınevi / (1) Bu ve emsâli âyetlerin muhatabı Resulu ekrem sallelâhu aleyhi ve sellem vasıtasiyle bütün müminlerdir.
Ama sonra aklına bir şey takıldı: Ya her şey bir yanlışlıktan ibaretse? Ya bu cesaret sadece bir tür sarhoşluksa? Ya o cesaret aslında yalnızca mis kokulu havaya, harika günbatımına fiziksel acıların bitimine ve alt kattaki şarkılara bağlıysa? Ya birkaç dakika ya da bir saat sonra eski zayıf ve yeni Drogo’ya dönüşürse? Drogo’nun ayı görmeye vakti olacak mı yoksa daha önce mi gitmesi gerekecek? Odanın kapısı hafifçe sarsılıp gıcırdar. Belki bir esinti ya da böyle bahar akşamları görülen türden hafif bir rüzgardır. Belki de sessiz adımlarla gelen ve şimdi Drogo’nun koltuğuna yanaşan O’dur. Giovanni bir gayretle dikilir, bir eliyle üniformasının yakasını düzeltir, camdan dışarısı son bir göz atar, yıldızları son kez görebilmek için fırlatılan küçük bir bakıştır bu. Sonra karanlıkta, hiç kimsenin kendisini göremeyeceğini bilmesine rağmen gülümser. Halbuki, birisi ona "Yaşadığın sürece bu hep böyle olacak, sonuna kadar hep aynı şey." demiş olsaydı, o da kendine gelirdi. "Olamaz." derdi."muhakkak farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki, insan, 'artık sonuna gelmiş olsam bile beklemeye değmiş, diyebilmeli". Sonuçta dünyadan yapayalnızdı ve onu kendisinden başka sevecek kimse yoktu.
Toplum. Bu kavramı az da olsa kavrayabilmeye başladığımı hissediyordum. Bu, bir bireyle diğeri arasında, spesifik bir anda gerçekleşen bir mücadeleydi ve tek yapman gereken o anda kazanmaktı. Hiç kimse bir başkasını tamamen fethedemez ve bir köle bile bir kölenin hakir karşılık verişinin altından kalkar, bu yüzden yapabileceğimiz tek şey, o anda ve orada, tek bir zar atışıyla her şey üstüne bahse girmek; ya hep ya hiç bahsi. Hayatı sürdürebilmek için başka bir yol yok. İnsanlar onur ve sadakate övgüler yağdırır ancak insan çabasının yegâne odak noktası bireydir. Bireyin ötesinde de bir başka birey vardır. Toplumun esrarengizliği; okyanus olan toplum değil, bireydir.
Reklam
Ayrıca da, diye düşündüm, o dört ünlü isme bakarak, George Eliot ile Emily Brontë'nin ne gibi bir ortak yanı vardı? Charlotte Brontë, Jane Austen'ı anlamakta bütünüyle başarısız olmamış mıydı? Hiçbirinin çocuk sahibi olmaması gibi —konuyla bir ihtimal ilgili olabilecek— bir faktörün dışında birbiriyle bunlardan daha fazla bağdaşamaz olan
Kendine iyi bir hayat mı kurmak istiyorsun? Geçmişi hiç dert etmeyeceksin, Kendini hep yeni doğmuş sayacaksın, Her gün, ne istediğini sana söyleyecektir. Kendi işinden zevk alacaksın, Başkalarının yaptığına değer vereceksin. En küçük şey senin canını sıkmak ister, Sense hep gününü gün edeceksin. En önemlisi, hiç kimseden nefret etmeyip Yarını Tanrı'ya bırakacaksın.
Sayfa 300 - Kültür ve Turizm Bakanlığı YayınlarıKitabı okuyor
:D
Evimde hep aynı anda çalar telefonla kapı. Gene öyle oluyor; hiç yalnız bırakmazlar beni. Yalnızlık bilgisiyle çatılmış arkadaşlıkların korunaklı gölgesinde yalnızlık için çalar telefonlar kapılar. İstersen bana uğra, ya da, Akşama buluşalım, ölmeden yapacak çok iş var.
şu bizim Akşehirli tonton Nasreddin Hoca'yı j yalnızca bilgili, hazırcevap sanma. Hoca hem cömert hem de yardımsever bilinirmiş yaşadığı çağda. Bu yüzden ona bol bol misafir gelirmiş. Bu güzel ev sahibine gelenler yer içer, yatar kalkar, bir türlü gitmek istemezmiş. İsanoğlu gariptir. Kimi iyiliğe iyilikle karşılık verir, kimisi de iyilik
Reklam
Bay Yabancı'nın beyzbol şapkasını ya da Bayan Yabancı'nın saçındaki mavi boyayı görüyorsunuz ve bir anda zihninizde olumlu veya olumsuz bir sürü çağrışım meydana geliyor. İçinizden bir ses bu insanı daha yakından tanımak istediğinizi, ya da istemediğinizi söylüyor. Ama daha Yabancı karakterimizin ağzını açmasına fırsat bırakmadan hemen kendinizden bir adım uzaklaşın. Ya da özünüze doğru bir adım atın. Kafanızın içinde şekillenen yargıların bir yerlerden geldiğini fark edin -çünkü o yargılar hep bir yerlerden gelir- ve size doğru yaklaşan kişiye bir daha bakın. Tarafsız olun ve ilk izleniminizi dayandırabileceğiniz bir şey var mı söyleyin. Bay Yabancı'nın suratı asık mı? Bayan Yabancı size doğru gelirken önünde duran birini mi itti? Hayır mı? O zaman antipatinizin başka bir yerden geliyor olması lazım. Belki bir saniye durup düşünürseniz, bu olumsuz hissin beyzbol şapkasından ya da mavi saç boyasından kaynaklandığını fark edeceksiniz. Belki de etmeyeceksiniz. Her halükarda, öncelikle, hiç tanımadığınız birini şimdiden sevmeye ya da ondan nefret etmeye meyilli olduğunuzun ayırdına varmış olacaksınız. Ve ikinci olarak da, izlenimlerinizi düzeltmeniz gerektiğini kendi kendinize itiraf etmiş olacaksınız. Kim bilir, belki de ilk düşüncenizde haklıydınız. Ama yargıya varırken ikinci bir deneme yaparsanız, bu sefer fikirleriniz hem tarafsız gerçeklere dayalı, hem de Bay veya Bayan Yabancı'nın konuş­ masına fırsat tanıdıktan sonra şekillenmiş olacak.
-Öyle işte, elim titriyorsa, daha önce hiç sizinki kadar zarif bir el tutmamış olmamdandır. Kadınlardan oldum olası uzak kaldım; yani kadınlara hiç alışık değilim; hep yalnız­dım... Onlarla nasıl konuşulacağını bile bilmem. İşte şimdi de bilmiyorum... size saçma sapan bir şey söylemedim ya? Öyleyse lütfen doğruca söyleyin; sizi temin ederim, hiç alın­gan değilimdir..
Sofistler az veya çok safsatayla sundukları gösteriler için para alırdı.Tarih boyunca gelip geçmiş daha nice "Sofist" vardır. Azıcık bilgilerinden dolayı çok memnun olan ya da aslında hiç bir şeyden haberleri olmayan ama yine de çok şey biliyormuş gibi yapıp böbürlenip duran o öğretmenleri ve ukalalari kastediyorum. Bu türden "Sofistlere" şu genç yaşında sen de rastlamışsindir. Oysa gerçek bir filozof Sofie, çok farklı bir şeydir, hatta bunun tam tersidir. Filozof aslında çok az şey bildiğinin farkındadır. İşte bu yüzden hep gerçek bilgiye ulaşmak için uğraşıp durur.
Sindirim sistemimize yakından bakmadan önce, önemli bir konuya değinmekte fayda var. İlginç bir şekilde, yediklerimiz ve bunların insan beynine olan etkileri, insanlık tarafından pek de üzerinde durulan bir konu olmamıştır. Zira insanların büyük bir kısmının yeme davranışlarını belirleyen en önemli mesele; güzel görünen bir vücuda ya da sağlıklı
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.