Jack London denince aklıma hep 19.Yüzyıldaki Amerikan Yerlileri,soğuk,kuzey kutbu gelir.Okuduğum diğer kitaplarındaki ögeler bu kitabında da çok kullanılmış.Nasıl ki bir kitabı ortasından açıp okuyunca onun Dostoyevski'ye,Woolf'a,Kafka'ya ait olduğunu hemen anlarsınız;London da böyle bir yazardır işte.Çok kendine özgü bir anlatım biçimi ve yazım tekniği vardır.Hemen her kitabında da size sorgulatır.
Bu bence incelenmesi zor bir kitap ama benim kendime sorduğum soru "hamurumuz doğuştan belli midir yoksa onu yetiştiğimiz çevre mi yoğurur?" Cevaplanması çok zor ve hala net bir cevabı bulunamamış bir soru ama bence kitabın anafikri
buydu.Yarı kurt yarı köpek bir anne ile kurt bir babanın hayatta kalabilmeyi başarmış tek yavrusu Beyaz Diş'in başından geçen maceraları anlatıyor kitap ve bu sırada da onun karakter gelişimini görüyoruz.Okurken bir kurt ile duygusal bağ
kuruyor,bazen onun için gözleriniz ıslanıyor.Henüz bir bebekken yerlilerin eline düşüyor,kızak köpeği olarak kullanılıyor,diğer köpeklerden eziyet görüyor,sahibinden hiç sevgi görmüyor.Sonra çok daha kötü niyetli bir sahibin eline düşüyor.Köpek dövüşlerinde vahşice dövüştürülüyor ve bu "Nefretin Saltanatı" bölümünde tam bir cehennem zebanisine dönüşüyor.Neyse ki iyi yürekli bir madenci tarafından kurtarılıyor.Sevgiyi de ilk o zaman tadıyor ve yavaş yavaş değişiyor.Sevginin her canlının ruhunun gıdası olduğunu ve herkes tarafından ihtiyaç duyulan bir şey olduğunu çok güzel anlatmış London.Beyaz Diş'in sonu mutlu bitmeseydi kendisine çok kırgın olacaktım.